Bu başlık altında ifade edeceğimiz gerçekler oldukça can sıkıcı gerçekler olacak ve maalesef gerçekten de saf gerçekler olacak.
Mesleğimi yaparken açık konuşayım kabul edemediğim ve aslında kabul edilemez olduğunu düşündüğüm bir hakikatle karşılaştım. Tepeden inme gibi olacak belki ancak keşfettiğim şey şu oldu: Günümüzde evlilik sorunları olarak ifade edebileceğimiz her başlığın altından öyle ya da bir şekilde kişilerin anne babası çıkıyor. Yıkılan bu kadar yuvanın aslında ana nedeni kişilerin kendi anne babaları. İnsanların kendi anne babalarıyla yaşadıkları akıl almaz psikososyal sorunlar nedeniyle insanlar karı koca olarak birbirleriyle geçinemez hale geliyorlar. Anne ve baba zaten sorumsuz oldukları için evlatlarının yuvasını yıkanların dolaylı ya da dolaysız olarak kendileri olduğunun ya bazen farkında olmuyorlar ya da bazen (yazarken kahroluyorum ama) bilerek ve isteyerek bunu yapıyorlar.
Dışarıdan bakıldığı zaman eğer sorunun kılcal damarlarına inilmezse şayet evlilik sorunlarının karı kocanın kendi kişisel sorunları ya da görüşleri nedeniyle ortaya çıktığı zannedilebilir. Oysa derinlemesine yaptığım araştırma ve analizlerde gördüm ki karı kocanın kişisel olarak evlilik problemi üretme potansiyeli %5 ise geri kalan %95’lik kısım kişilerin kendi anne babalarıyla yaşadıkları sorunlar yüzünden ortaya çıkıyor. Her kadın ve erkek anne babasının evliliğini kendi evliliğinin kalıbı olarak yaşadığının farkında olmadan evliliğine devam ediyor. Anne babaların doğrudan gözle görülür evlilik yıkıcı etkileri ve müdahaleleri çoğu zaman gözlemlenmesi zor olan bir süreç gibi gözükebilir. Ancak derinlemesine bir analiz yapıldığında bütün problemin anne babaların çocuklarının yuvasına doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etmesi yüzünden çocuklarının evlilik birliğinin bozulmasından kaynaklandığını anlıyoruz. Bu süreç o kadar uzun, o kadar derin, o kadar yavaş ve o kadar kaotik ilerleyen bir süreç ki takibini uzun yıllar boyu yapmadıkça nasıl çalıştığını anlamak gerçekten de mümkün olmuyor.
Bu inanılmaz sürecin iki ayağı var:
1- Anne baba bilerek isteyerek kendi kendilerine çocuklarının evliliğini idare etme ve yönetmek gibi bir misyon üstleniyorlar. Bazen bu istek nadir de olsa çocuklarından geliyor ama genelde anne baba (özellikle annenin başı çektiği durumlar daha baskın ve bariz) kendi kendilerine bu misyona soyunarak sözde çocuğunun mutluluğu için evlilik birliğine üçüncü bir taraf olarak kendisini dahil ediyor. Hem de kendisinden böyle bir şey istenmediği ve aileye de kendisi istenmediği halde. Burada devreye hem saygısızlık hem işgüzarlık ve hem de haddini aşma davranışı giriyor. Anne babalar gelinlerinin ya da damatlarının eşleri olan çocuklarının tek başlarına evlilik devam ettirme hakları yokmuşçasına bir varsayımda bulunuyorlar. Çocuklarının kurmuş olduğu aileye kendilerini ilhak ederek aileye yapabilecekleri en büyük kötülüğü yapıyorlar ve evlilik birliğinin dağılmasına isteyerek ya da istemeyerek çanak tutmuş oluyorlar. Çocukları sanki tek başlarınaymış, eşinden hiç sorumlu değilmiş ve eşinin o evlilikte hiç söz ve tercih hakkı yokmuş gibi davranıyorlar. Bu durumu inatla devam ettirebilmek için de çocuklarına karşı annelik ve babalık haklarının baskısını dayatıyorlar. Çocuklarının kendilerine karşı çıkmasına, evliliklerini yönetmeyi öğrenmelerine ve sağlıklı bir yuvaya sahip olmalarına izin vermiyorlar. Kimi zaman anne sütünü helal etmiyor kimi zaman baba babalık hakkını helal etmiyor. Bu gibi anne babaların evlat sevgisi olmadığı gibi evlatlarına zerre kadar da saygısı olmuyor.
2- Anne baba çocuklarına sağlıklı bir yuva vermekten uzak bir aile birliği içinde mutsuz bir aile kalıbı ve deseni yaşatarak çocuklarının da bu kalıbı edinmesini sağlıyorlar. O mutsuz aile içinde yaşayarak büyümüş ve gelişmiş bir çocuk nasıl mutlu olunacağını değil, aslında nasıl mutsuz olunacağının bütün yöntemlerini üstelik bizzat tecrübe ederek öğrenmiş oluyor. Sağlıksız bir karı koca aile ilişkisini öğrenen çocuklar elbette bu kalıba uygun olacak bir eş seçimi ve evlilik yönetimi yapacaktır. Bence anne babaların çocuklarına yapmış oldukları en büyük kötülük bu. Onlara nasıl mutsuz olacaklarını ve mutsuz edeceklerini bizzat yaşatarak öğretiyorlar ve problemli nesillerin oluşmasına yardımcı oluyorlar. Karı koca olarak kendi evlilik mutsuzluklarından kaynaklanan psikososyal problemlerin maliyetini de çocuklarına mal ediyorlar. Mutsuz bir yuvada yetişen insanların başka birini nasıl mutlu edeceğini ve mutlu olacağını düşünebiliriz ki? “Öğrenilmiş mutsuzluk sendromu” olarak ifade edebileceğimiz bu sürecin mutlu bir aile oluşturmaya engel olacağı kesinlikle ortada.
Şunu ifade ederken aslında o kadar üzgünüm ki: Sadece çalıştığım insanları değil, onların üst kuşağını (anne-babasını) ve yan kuşaklarla (kardeşler) ilişkilerini çalıştığımda karşılaştığım anormallikler, hakikaten de beni şok ediyor doğrusu. Anne babaların bunu nasıl yapabilecek psikolojide olduklarını anlasam da hak veremiyorum. Bütün evlilik sorunu yaşayan insanların ortak sorunu; insanın anne babasının kendi üzerinde üretmiş olduğu psikososyal yıkımı, eşiyle kurduğu çekirdek ailesine istemese de taşıyor olması gibi korkunç bir problemimiz var. İnsanlar ise bunun kesinlikle farkında değiller ve anne babalarıyla yaşadıkları ağır problemleri kendi çekirdek ailelerine taşıyarak, bu korkunç psikolojik yükü eşlerinin ve çocuklarının hayatların boca ediyorlar. Oysa bir insanın sağlıklı bir aile hayatı kurabilmesi için evlenmeden önce kendi anne babasıyla olan sorunlarını çözüp öyle evlenmeye karar vermesi gerekir. Kişinin eşi anne babasının ürettiği sorunları çekmek zorunda olmadığı halde, kişi eşinden bu gereksiz fedakarlığı yapmasını isteyerek aslında kendi mutluluğunu baltaladığının kesinlikle farkında olmuyor ve bu eğer bu müdahale edilerek değiştirilmezse ölene kadar süren inanılmaz korkunç bir süreç!
Peki bu korkunç aile problemimizin kaynakları nedir? Bu problem aslında küresel bir problem ve gelecekte insan neslinin soyunu ve türünü gezegende tüketecek olan en büyük ana problem. İnsanlar genel olarak çocuk sahibi olma şuurunu tam manasıyla elde edemeden çocuk yapıyor. Üst kuşaklarının (anne ve baba) kendilerine yaşatmış olduğu sorunları getirip çekirdek ailelerinde (eşi ve çocukları üzerinde) devam ettirdikleri için de çoğu zaman, çocuk sahibi olmayı gerçekten de çok isteyerek çocuk sahibi olmuyorlar. Ama bir şekilde çocuklar doğuyor. Anne babalar çok da şuurunda olmadan bu yapılan çocuklara maalesef gerekli bağı geliştiremiyor ve kuramıyorlar. Kendileri de üst kuşaklarına kuramadıkları bağın nasıl yapılacağını çocukları üzerinden öğrenmek yerine, kesinlikle öğrenmemeyi seçiyorlar. Bu durum doğal olarak anne baba ve çocuk arasında aile birliği ve aidiyet bağı gelişmesine engel oluyor. Nerdeyse bütün nesiller aralarında sevgi gelişmediği için birbirlerinden kopuk bir şekilde hayatlarına devam ediyor ve bu durum kuşaklar arasındaki farkı inanılmaz boyutlara çıkartıyor.
Anne babalar her çağda farklı annelik ve babalık şekli inşa ediyorlar toplum içerisinde. Bu farkın yarattığı en büyük sorunlardan birisi de alt kuşaklarla bağın tamamen kurulamaz hale gelmesi. Günümüzde yaşamış olduğumuz bütün aile sorunlarının temelinde aslında bu durum yatıyor. Kuşaklar arasındaki makas açıldıkça, aile birliği ve devamını sağlayacak olan kadim bilgilerin üst nesillerden alt nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılma süreci de kesintiye uğradığı için aradaki boşluğu doğal olarak teknolojinin toplumsal unsurları dolduruyor. Teknolojinin kötücül yönde yaptığı etkiler yüzünden küresel ölçekte artık aile birliğinin devamı nerdeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Teknolojinin kuşak çatışmaları yaratmış olduğu devrin üzerine birçok devir inşa edildi hem de çok kısa bir süre içinde. Bu inşa edilmiş devirler ise zaten kötücül amaca hizmet eden bir program şeklinde çalıştığı için doğal olarak artık aile birliğinin iki unsuru olan kadın ve erkek birlikteliği de artık sürdürülemez hale gelmiş durumda. Teknolojinin insan cinsiyetlerini fıtrat dışı çalışacak şekilde programlaması neticesinde bugünkü aile hastalıkları diyebileceğimiz korkunç ve geri dönülmesi zor bir evreye girdiğimizi düşünüyorum. Teknolojinin kötücül manada gerçekleşen yıkıcı etkisi nedeniyle bugün dünyayı bir virüs gibi sarmış olan kadın erkek cinsiyetinin birbirine düşmanlığı nedeniyle artık nerdeyse sağlıklı aile diye bir şeyden bahsetmenin hayal olduğu bir döneme ulaştık. Küresel ölçekte aile kurumunun geçirdiği evrim incelendiğinde görülecektir ki, gelecekte aile diye bir kurumun varlığını bu şartlar altında devam ettirebilmek kesinlikle mümkün olmayacak. Yeni nesil, üreme haklarından feragat ederek kendilerini cinsel olarak cinsiyetsiz olarak tanımlamakta, üremeyi bir sorumluluk olmaktan çıkarmakta ve tamamen dünyadan ve sosyal hayattan izole bir yaşam sürmek şeklinde kararlar alabilmektedir. Bütün bu ve benzeri sorunların beslendiği kaynak elbette ki aile kurumunun geçirdiği kötü evrimdir.
Bu bilgileri ışığında ifade edecek olursak eğer, kişisel olarak yapmış olduğum çalışmalarda ve araştırmalarda şunun farkına vardım ki: aile kurumunun evrim geçirdiği en önemli alan kadın erkek ilişkilerinin doğası. Kadın ve erkek birbirleriyle bir evrim geçiriyor. Çocuklarıyla başka bir evrim içinde evrim geçirmeye devam ediyorlar. Ürettikleri bu aile yapısı ise küresel ölçekte bambaşka bir evrimin parçası olarak insan türünün yok edilmesi sürecine hizmet ediyor. İlişkilerin doğasında yaşanan bu kötücül evrilmenin en çok görüldüğü üç alan var. Bunların ilki kadın ve erkeğin birbirine fıtrat dışı davranışları. İkincisi kadın ve erkeğin çocuklarına olan fıtrat dışı davranışları. Üçüncüsü de birinci ve ikinci faktörün üretmiş olduğu aile tipinin topluma olan korkunç maliyeti. Bu alan ciddi bir araştırma ile incelenecek olursa değişen anne ve baba davranışlarının yeni anatomisini de anlayabiliriz. Kapitalist sistemin üretmiş olduğu bu yeni anne baba modeli tamamen insanlığa aykırı olacak şekilde inşa edilmiş bir sürecin sonucunda ortaya çıkmış modeller. Bu modellere biraz daha yakından bakmamız lazım. Kapitalist yeni anne baba modelinin temel özellikleri ve ebeveynlik süreci şu şekilde çalışıyor:
1- Karı kocalık duyguları gelişmediği için doğal olarak anne ve babalık duyguları da gelişmemiş bir anne ve baba olma.
2- Sevgi değil nefret temelli insanlık üretme süreci içinde, inatla aile olmamaya çalışma.
3- Anne ve babalık sürecinin; çocuğun sadece fiziksel ve maddi ihtiyaçlarını gidermek şeklinde işlemesi. Bunun dışındaki psikososyal ihtiyaçların ise tamamen görmezden gelinmesi.
4- İnsanın en az fiziksel ve maddi bakımı kadar önemli olan hatta bundan da daha önemli olan sevgi, saygı, değer, ilgi, şefkat ve merhamet görme ihtiyacının hiçbir şekilde giderilmediği bir aile çatısı.
5- Dördüncü şıkta ifade ettiğimiz ihtiyaçların teknoloji üzerinden giderilebilmesi için çocukların kapitalist sisteme terk edilmesi. Anne babanın yerini bir şekilde başka bağlanma faktörlerinin alması.
6- İnsanın insani yönünün ve medeniyetinin gelişmesine engel olunması için aile çatısı altında ihmal edilmiş ve terk edilmiş farklı bir insanlık üretimi. Bunun için de şiddetin, istismarın ve ihmalin her türlüsü ile aile çatısı altında psikososyal yönden hastalıklı insanların yetişmesini sağlama.
7- İnsanlar aile olma ihtiyacı yüzünden evlendiklerinde, bu ağır psikososyal yükle aile çatısı kurmaya çalıştıkları zaman hastalıklı aile yapılarının mantar gibi çoğalmasını sağlayarak insan toplumlarının fitne ve fesada uğraması.
8- Döngüye ve çıkmaz sarmala girme. Sağlıksız bir ailede yetişmiş insanların, kendilerinin aile sağlıklarından daha bozuk bir aile çatısı inşa ederek, toplumun sürekli sağlıksız aile yapısı üretmelerine neden olma. İşte bu durum sürekli büyüyen ve kemikleşen bir kısır döngüyü doğuruyor.
Bu gerçeklere ilave olarak kapitalist sistemin üretmiş olduğu bu anne baba tipinin kendine has sömürgenliğinin 3 tür sevgi doğasına sahip insan tipi ürettiğini fark ettim. Ebeveynlerin sevgiyi bilerek ya da bilmeyerek çocuklarına kodlama şekli; birbirinden farklı üç karakterin meydana çıkmasını sağlıyor. Meslek hayatımdaki elde ettiğim verilerden yola çıkarak bir insanın ebeveynleri üzerinden öğrendiği sevgiye bağlanma şeklini üç başlık altında topladım.
1-Sevginin kulu olan insanlar ve sevgiyi tanrılaştıranlar.
2-Sevginin köleleri olan insanlar ve sevgi için her şeylerini verenler.
3-Sevgi inşacısı olan insanlar ve sevgiyle ilişkilerini yeniden düzenleyenler.
Şimdi bu karakterleri daha da yakından tanıyalım isterseniz:
1-SEVGİNİN KULU OLAN İNSANLAR
Annesinin ve babasının verecek olduğu bir gram sevgi için kendi eşine ve çocuklarına bilmeden kötülük yapanlar. Anne babasını ilah ve tanrı edinmiş olanlar. Annesine ve babasına karşı mutlak bağlılık üzerinden bağlı olanlar. Kendi çekirdek ailesini kaybetmeyi göze alma pahasına, anne babasını daha üstün tutanlar. Bu türden sevgiyle anne babasına bağlı olan insanlar, genellikle annesinin ve babasının aslında sevmediği evlat olanlar ve evlat ayrımcılığına maruz bırakılan kişilerdir. Bu insanlar maddi ve manevi tüm kaynaklarını anne babasına seferber eden ve ailesinin kendisini sömürmesine izin veren insanlardır. Bu insanlar kesinlikle ailesi tarafından sevilmeyen ve sevilmeyecek olanlardır da aynı zamanda. Kardeşleri ile rekabet etmek ya da anne babasına yaranmak için kendisini, eşini ve çocuklarını ailelerine feda ederler. Aile olmayı bilemeyip başaramadıkları gibi aynı zamanda sorumluluklarını da yerine getirmekte acziyet göstererek nerde durmaları gerektiğini bilmezler. Sevilmeye bağımlı oldukları için dirayet omurgaları hiçbir şekilde gelişmez. Kişilikleri ve karakterleri geliştirilmeden yetiştirilmiş insanlardır. Bu tip insanlar anne ve babasının her dediğini Allah buyruğu gibi görür ve kabul ederler. Bu yönleri ile anne babasına farkında olarak ya da olmayarak tapınan insanlardır. Anne babalarının her dediğini süzgece tabi tutmadan mutlaklık esası üzerinden olduğu gibi kabul ederler. Annesi, babası ve çekirdek ailesine asla toz kondurmazlar. Dışarıdan birisinin eleştirisini de asla kabul etmezler ve ailesini eleştirenlere ya da haklarında olumsuz bir ifadede bulunanlara karşı şiddetli bir nefret duyarlar. Anne ve babasının yaptığını, her dediğini, her davranışını mutlak doğru olarak kabul ederler, hatalarını asla görmezler ve dünya üzerindeki en sağlam, en doğru insanlar olarak onları kabul ederler. Ailesi dışındaki insanların verdiği sevgilerin farkında olmayan bu insanlar aslında gerçek sevgiyi bilmeyen insanlardır. Gerçek sevginin doğasına aykırı hareket ederler ve hayatları sevgisizliğin ürettiği mutsuzluk içinde bir gram beyhude sevginin peşinde gezmek yüzünden sürünerek geçer ve eşiyle çocuklarının hayatını da bu sevgi kulluğu yüzünden perişan ederler.
Bu türden bir ilişki hastalıklı ve saplantılı bir ilişki türüdür. Çünkü tek taraflıdır. Anne baba kendisini sevmez ve diğer evlatlarıyla o kişinin arasında ayrımcılık yapar. Kişi çocuk yaştan itibaren buna maruz kaldığı için kardeşleriyle durumu eşitlemek ve anne babasına da yaranmak için, sevgi de dahil elinde bulunan ne var ne yoksa hepsini ailesine verir ancak gerçek bir karşılık göremez. Görebildiği tek şey içi boş, idarelik, göstermelik ve gerçek olmayan bir sevgidir. Bu tür insanlar eğer elindeki imkanları vermezse anne baba daha da kötü davranır ve kişiyi köşeye sıkıştırmaya başlar. Bu gibi durumlarda eşi kişiyi terk ederek ve evlilik birliğine son vererek bu hastalıklı aile içi ilişkiden dışarı çıkar.
Bu insanların hayatları psikososyal olarak sürünmekle geçer. Ailelerine karşı mutlak edilgenlik hali içinde oldukları için anne, baba ve kardeşleri ne buyurursa o tanrı buyruğu hükmündedir onlar için. Bu nedenle asla sorgulamaz, yargılamaz ve konu üzerinde bir kere bile olsun düşünemezler. Çocukluk dönemlerinde şiddete maruz kaldıkları için ve aileden gelecek değer ve sevgi açlığına şiddetli açlık çektikleri için dirayetleri gelişmez. Bu dirayetin gelişmemesinin en önemli nedeni karakter ve şahsiyet gelişim dönemlerini psikososyal yönden işkence altında geçirmeleridir. Anne babanın işkenceci tavırlarına karşı koyacak cesaretleri bebeklik yaşlarından itibaren kırıldığı için onun verdiği cesaretsizlik bünyelerinde mutlak itaat duygusunu geliştirir. Anne babadan yana hissettikleri korku, Allah’a duyulacak korku türünü kullandığı için doğal olarak asla sorgulamaz, yargılamaz ve karşı çıkmazlar. Hiç kimse kendilerini bunun aksi yönde davranabilmesi için ikna da edemez üstelik. Bu nedenle bu türden bir insanla evlenmemek gerektiği gibi eğer evlenilmiş ve çocuk yapılmışsa alt kuşakları kurtarmak için boşanılması gerekir.
Bu tür insanların sahip olduğu ebeveynlerin ruh sağlıkları patolojik noktadadır. Kendileri de benzer anne babaya sahip oldukları için özellikle fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamakta hiçbir vicdani sorumluluk hissetmezler. Ebeveynlik ehliyeti bulunmayan, kadınlık erkeklik duyguları çalışmadığı için annelik ve babalık duyguları da çalışmayan, aile olmanın kıymet ve değerini taktir edemeyen insanlardır. Çocuklarına karşı sorumluluk hissetmezler ve insani duygularıyla düşünceleri gelişemediği için güzel ahlak yönleri güdük kalmıştır. Psikososyal yönden gelişemedikleri için aile olarak da sosyal bir varlık olarak da toplumda sağlıklı bir yer edinemezler. Uyguladıkları şiddet işkence noktasındadır. Kendi çocukluklarından getirdikleri ebeveyn öfkesini çocuklarına ve eşlerine uygularlar. Aile bireylerini sindirmek, ezmek, kontrol altına almak, üzerlerinde hakimiyet kurmak, şiddet bağımlılığı inşa etmek konusunda aşırı mahirdirler. Aile içinde nefret, kin, garez, adaletsizlik ve zulüm hakimdir onların yüzünden. Sağlıklı bir insanın gelişmesi mümkün olmayan çorak bir aile toprağına sahiptirler. Psikolojisi bozuk ve mental sağlığı yerinde olmayan insanlar üreten ebeveynlerdir. Bu insanların en önemli özellikleri de şiddet ve nefret duygusunu zekice programlayabilmeleridir. Bunu neden diyorum? Çünkü bu anne baba türü bir şekilde aile içinde nefret, kin ve zulmü öyle sistematik bir programla uygular ki, aile bireylerinde bir şekilde şiddet bağımlılığı geliştirirler. Kendilerine dönüştürdükleri aile bireylerini kötü muamele üzerinden bir şekilde kendilerine, hakimiyetlerine ve zulümlerine bağımlı hale getirirler. Aile bireylerine dışarıdan evlilik yolu ile katılmış insanları kendi hakimiyetlerine boyun eğmeye mecbur bırakacak her türden davranışı yavaş yavaş sergilemeye başlarlar. Eğer hakimiyetlerine meydan okunacak olursa savaşırlar. Eğer etki güçleri çok ise mezkûr kişiyi aile dışına bir şekilde atmayı başarırlar. Oğullarını, kızlarını ya da otoritesine meydan okuyan kimse eşinden onu boşandırtırlar. Bu tür ebeveynlerin aile içi şiddet kültürü bazen gizli bazen de açıktan tezahür eder. Bu türden anne babalar kendi kurdukları aile düzenini bozacak herhangi bir eylemi ve davranışı kesinlikle sindirmez ve sert reaksiyonlar üretirler. Çocuklarını kontrolleri altında tuttukları için doğal olarak çocuklarının evliliklerini de yönetirler ya da yönetmeye çalışırlar. Çocuklarının evliliklerine sürekli müdahale ederek evliliklerine rahat yüzü vermezler. Çocuklarını kendilerine kul edindikleri ve çocukları da bunu kabul ettiği için çocuklarının yuvalarını dağıtırken sorumluluk hissetmezler. Tam tersi bunu yapmak zorunda olduklarına ve doğru davrandıklarına dair kendilerini ikna etmişlerdir. Onlar kötü bir şey yapmamaktadır, kendi ailelerini korumaktadırlar. Yaptıkları her şeyi çocuklarının iyiliği için yaptıklarına dair kendilerini inandırmış olan bu anne baba türü çocuklarının herhangi bir cüzi irade davranışını Allah’a isyan ile birleştirerek kendi çıkarlarını korumak için din istismarcılığı yaparlar. Çocukları üzerindeki hakimiyetlerini sağlamak için mutlaka dinden kendilerine bir çıkarsama yaparlar ve bu genelde sütünü ya da hakkını helal etmeme şeklinde gerçekleşir. Kendilerine itaati Allah’a itaat ile kafalarında birleştirmiş olan bu anne baba türü maalesef kendi nefis kaprislerini, iştah ve şımarıklıklarını, egoizmini, saygısızlıklarını, sorumsuzluklarını, işgüzarlıklarını hiçbir dini mesnetleri olmamasına rağmen evlatlarına ve onların eşle çocuklarına dayatmakta beis görmezler. Tavır, tutum ve davranışlarını dine göre ispatlamaları ve delillendirmeleri istense “din böyle diyor” kelimesinden öteye gidemezler. Bu anne babalar kadar kendi çocuklarına din ile baskı yapan, otoritelerini dinle sağlamlaştırmaya çalışan ve dini istismar eden başka bir ebeveyn türü daha yoktur.
2-SEVGİ KÖLELİĞİ
Anne ve babalarının sevgilerine ihtiyaç duydukları için ellerinden gelen her fedakarlığı yaparak bir gün anne babasının kendini anlayarak seveceğini düşünen ve durumun düzeleceğine inanan insanlardır. Ara ara anne babalarına karşı öfkeleri yükselir ve onlara karşı hak iddiasında bulunurlar. Bu insanlar anne babanın kendisini sevmek zorunda olduğunu düşünen insanlardır. Yaptıkları olumlu eylemler neticesinde anne babanın bir gün kendini seveceklerini, kabul edeceklerini ve yaptıkları evlat ayrımcılığına son vereceklerini ümit ederek, çekirdek ailesi ve anne babası arasında kaldığı için preslenmiş insanlardır. Alacakları bir gram sevgi ve aile kabulü için nerdeyse ömür boyu beklemeye ve birileri kendilerini uyandırana kadar da durumun farkında olmamaya razı olan insanlardır.
Anne babaya karşı dayatmacı ve yargılayıcı davranırlar. Anne babasının kendini yapmaları nedeniyle “bana tabi ki anne babalık yapacaklar, beni sevmek zorundalar, buna mecburlar. O zaman yapmasaydılar beni. Madem yaptılar o halde sevecekler beni mecburen” şeklinde takıntılı düşünceleri ve tavırları vardır. Kimi zaman anne babaları kendilerine karşı yumuşadığı zaman bu verilmeyen sevgiyi ve değeri alma konusundaki boş ümitleri artar. Anne babaları kendilerine uzak davrandıkları zaman ise çok sinirlenirler ve kendilerini onlara karşı bir türlü dengeleyemezler. Bir yandan anne babalarından vazgeçemez, onlara toz konduramazken diğer yandan anne ve babalarına karşı eşlerinin ve çocuklarının bile hayret edeceği kadar kötü davranır, onları yargılar, sorgular ve hesap sorarlar. Bununla birlikte anne babalarıyla olan gergin ve dengesiz olan ilişkinin psikolojik faturasını da eş ve çocuklarına keserek onlara da kötü muamele ederler. Ardından gelen pişmanlıkları ise özür dileseler de pek bir işe yaramaz. Bu insanları diğer sevgi insanlarından ayıran en önemli özellikleri beklentileri ve beklemeleridir. Ebeveynlerinin eninde sonunda bir gün kendilerine karşı yapmış oldukları hataların farkına varacakları, ona kendilerini bir şekilde affettirecekleri, oğlum ya da kızım diyerek bağırlarına basacakları hayaliyle gerçekçi olmayan boş bir ümitle yaşamaya devam ederler. Kendilerini anne, baba ve kardeşlerine kabul ettirmek için çabalarlar. Kardeşlere karşı düşkünlük anne babaya olan düşkünlükleri gibi değildir. Anne babanın sevgisine layık olabilmek ve kendilerini kabul ettirmek için anne babanın her istediğini yerine getirme konusunda adeta doğuştan gelen motivasyonları vardır. Öncelikleri anne ve babadır. Kardeşleri kazanmak ikinci plandadır.
İstenmeyen bir çocuk olarak doğmuşlardır ve birçok noktada sevgi kulluğu yapan insanlarla benzer davranış özellikleri gösterirler. Sevgi kulluğu yapan insanlardan onları ayıran en önemli özellik mutlak itaat yerine bir gün gerçekleşeceğini ümit ettikleri hayal ürünü olan beklentileridir. Anne babalarının bir gün pişman olacakları ve ilişkilerini onaracaklarına dair olan boş beklentileri hayat motivasyonlarının ana kaynağıdır. Anne babalarından ağırlıklı olarak şiddet görmek yerine ihmalkarlık görmüşlerdir. Fiziksel şiddetten daha ziyade psikolojik şiddet ve ihmalkarlığa maruz kalmışlardır. Anne ve babalarından çok az da olsa sevgi görmüşlükleri de olur. Aile içindeki sevgi ve saygı kaynaklarının dağılımı dengesiz olduğu gibi maddi kaynakların dağılımı da dengesizdir. Maddi kazançlarını aile içine aktardıkları gibi sevgi verimliliklerini de aile içine aktararak bir denge arayışına girerler. Ancak bu denge asla gerçekleşmeyecek olan bir dengedir.
Kendi anne babalarıyla kurdukları sağlıksız ve dengesiz ilişkilerini eş ve çocuklarıyla da aynı şekilde sürdürürler. Sevgi arayışları bir o uçta (anne ve babasından sevgi ve kabul beklentisi) bir bu uçtadır (kendi eşi ve çocukları). Bu iki uçta yaşadıkları gelgitler nedeniyle bir türlü huzur ve sükûnet bulamazlar. Eşleri ve çocuklarının kendi ailesi içindeki konumunu anlamalarından ve neyin savaşını verdiklerinin anlaşılmasından son derece rahatsızlık duyarlar ve bu yüzden eş ve çocuklarına da zaman zaman eziyet ederek şiddet gösterirler. En büyük endişeleri; kendi aileleri içindeki konumlarının ve içinde oldukları sevgi arayışı iştahının, eş ve çocukları tarafından doğru şekilde anlaşılarak, ebeveynlerine karşı yürütmüş oldukları hak savaşını engelleyici söylemlerde bulunulmasından duyulan korkudur. Bir yandan anne babalarının kendilerine yaşattıkları sıkıntıyı, üzüntüyü ve stresi eşleri ve çocuklarıyla paylaşırken diğer yandan anne babalarının kendi ailesine verdikleri zararı genelde göremezler. Çünkü bütün enerjilerini ve dikkatlerini aile içindeki yerlerini inşa etmeye ayırmışlardır. Eş ve çocukları kendisine yapılanları fark edip bunu söze döktükleri anda dengeleri tamamen bozulur. Kendi anne ve babasının kendisine yaptıklarına karşı eş ve çocuklarının cevap üretmesinden hoşlanmazlar. Anne babaları ile eşlerinin arasında bir savaş sebebi olmak istemeseler dahi eşleri durumun farkına vardığı an, eşi ve çocukları için anne ve babalarıyla savaşmaya başlarlar ve süreç kaçınılmaz olarak bir zaman sonra anne ve babadan tamamen kopmayla sonuçlanır.
Sevgi kölesi olan insanların anne ve babalarının, sevgi kulluğu yapan insanların anne ve babalarından en büyük farkları psikolojik sorunlarının genel olarak patolojik noktaya varmamış olmasıdır. Bununla birlikte durumları da sınırdadır. Bu ebeveyn türü kendi ebeveynleri tarafından şiddetli ihmalkarlık, ilgi, değer, sevgi ve saygı yoksunluğu şekliyle yetiştirilmiş oldukları için duygusal zekâları yeterince gelişmediği halde ilginç bir şekilde çocukları maddi ve manevi sömürme konusunda sinsileşmiş bir zeka türü kullanırlar. Çocukları ve kendileri arasında asla söze dökülmemiş olan savaşın, çocuklarının eşleri ve torunları tarafından anlaşılmasından da son derece çekinirler. Çünkü bu ebeveyn türü aile içindeki adil dağıtılmamış duygusal ve ekonomik kaynakları hakimiyetleri altında tutarak, özellikle çocuklarından maddi çıkar sağlama konusunda uzmanlaşmışlardır. Kendilerini evlatlarına verecek oldukları bir gram sevgi konusunda satışa çıkarmışlar ve çocukları tarafından satın alınabilecek bir ebeveynlik türü geliştirmişlerdir. Çocuklarının kendilerinden ne istediklerini çok iyi bildikleri içindir ki çocuklarının psikolojilerini kontrollü bir şekilde yönetirler. Bunu yapabilmelerini sağlayan en önemli unsur kardeşleri arasında inşa ettikleri adil olmayan hukuktur. Yani çocuklar arasında evlat ayrımcılığı olarak bilinen bir süreç inşa ederler. Çocuklarının bir gram sevgi, ilgi ve değer açlığını dibine kadar sömürdükleri halde çocuklarının hakları olan duygusal ihtiyaçlarını vicdansızca sömürmeye uzun yıllar boyunca devam ederler. Maddi çıkar odaklı geliştirdikleri ebeveynliklerinden çocukları habersiz oldukları için onların sevgi ve saygı beklentilerine cevap üretmeme işini, çocukları onların bu art niyetlerini anlayıncaya kadar inatla devam ettirirler. Kendilerinin çocuklarına yapmış oldukları ekonomik yatırımları geri tahsil etmek konusunda her ebeveyn türünden daha çok uzmanlaşmışlardır. Çocuklarının duygusal ihtiyaçlarını o kadar sinsice ve kontrollü bir şekilde yönetirler ki çocukları bunun farkına varana kadar on yıllar geçer. Çocuklarını kendilerine ne kadar yaklaştırmak isterlerse ancak o kadar yaklaştırdıkları için çocuklarının kendileriyle kurmak istedikleri bağ ile kendilerine bağlanmalarına da kesinlikle izin vermezler. Bu şekilde sevgi açlığı kontrolünü yönetmekte kendilerini zamanla ustalaştırırlar. Çocuklarını kendilerine göre uzaklaştırıp yakınlaştırarak sevgi vermek konusunda tabiri caizse ağızlarına bal sürerler. Çocuklar ise anne ve babalarının kendilerine gösterdikleri bu kontrollü sevgiye tav oldukları için, doğal olarak daha çok sevilebilmek adına ebeveynleri tarafından istenen her isteği yerine getirmek iradesini kendilerine ait zannederler. Oysa anne baba bu noktada verecek olduğu sevgiyi, iyi niyetlilikle kullanmadığı gibi terbiye etmek için de kullanmaz. Çocuk bu şekilde muamele gördükçe küçük yaşlardan itibaren kafasında bir şekilde daha çok sevgi alabilmek ve anne ve babaya daha çok layık olabilmek için kendisinden istenen her şeyi yapma konusunda (anne baba tarafından şartlandırıldığını bilmeden) hayatının en başında sevgi konusunda ikna olur. Çoğu insan bu kararın kendisine ait olduğunu düşünür. Ancak çalıştığım insanların üst kuşaklarını analiz ettiğimde; sevgi açlığı kontrolünün anne babalar tarafından nasıl programladığını anladığım zaman, gerçekten diyorum çok büyük bir şok yaşadım. Bu anne babaların duygusal zekâları kesinlikle sinsilik konusunda fazla gelişmişti ve onlar duyguların nasıl yönetileceğini öğrenmişlerdi. Allah’ın evlatlarına vermelerini emrettiği sevgiyi, değeri, ilgiyi, şefkat ve merhameti çocuklarından bilerek ve isteyerek esirgiyorlardı. Ebeveynlerin evlatlarını sömürmek için çocuklarının bu duygusal açlıklarını nasıl kullandıklarını anladığımdan beridir anne ve baba ehliyetinin ne kadar önemli olduğunu daha iyi idrak ettim. Anne baba bu zamanda kendini evladına satabilecek düzeye inebiliyormuş yani bunu görmüş oldum.
Bu anne babalar evlatlarının eşlerine ve çocuklarına karşı sorumluluk hissetmedikleri gibi yine kontrollü bir şekilde çocuklarının ailesine karşı bilerek ve isteyerek kötü muamelede bulunarak kendilerinden uzak tutarlar. O kadar ustaca bu kontrolü ayarlamışlardır ki hem çocuklarının kendilerine olan duygusal ihtiyaçlarını sömürürlerken bir yandan, diğer yandan da çocuklarına kendi sevgilerini pazarlarlarken evlatlarının durumu fark etmemeleri için de her türden hamleyi profesyonelce yaparlar. Çocuklarının ekonomik kaynaklarını sömürebilmek için talep edilen sevgiyi kontrollü bir şekilde verirler ve ustalıkları asla şüphe uyandırmaz. Çocuklarına verdikleri sevgi ve saygıyı öyle bir dengeyle ayarlamışlardır ki verdikleri kadarına çocuklarını daha bebek yaşta razı etmişlerdir. Bu nedenle çocukları akıl baliğ olana kadar genelde sorun çıkmaz ancak ne zamanki çocuklarının duruma uyanışı gerçekleşir, işte o zaman sorunlar başlar.
Bu ebeveyn türü çocuklarının üzerinde neredeyse tamamen hakimiyet kurmuş ve onların kontrolünü de sevgiyle sağlamıştır. Çocuklarının kendilerinin sevgilerine ve saygılarına karşı duydukları ihtiyacın tamamen farkında oldukları için çocuklarının kendilerine karşı olan zaaflarını her daim sömürürler. Çocuklarından hem maddi doyum hem de psikolojik doyum sağladıkları halde çocuklarının ihtiyaçlarını bilerek gidermezler. Sevgi açlığını yeterince gidermeme davranışlarındaki art niyetlerini çocuklar da büyüdükçe daha iyi anladıkları için, onların üzerindeki kontrollerini bir zaman sonra kaybederler ve çocuklarıyla gereksiz yere çatışma içine girerler. Sevgi köleleri üreten bu anne babaların; kendilerini sevgi konusunda bu kadar sinsileştiren şeyin, yine kendi anne babalarının yaşattıkları aile yapısı olduğunu düşünüyorum. Sevgi kölesi üretmeyi kendi anne ve babalarından öğrendikleri için bunu uygulamak konusunda sıkıntı çekmiyorlar hiç.
Peki çocuklarını duruma uyandıran ana faktör nedir diye sorulacak olursa; çocuklarının ebeveyn olmaları diyebilirim. Bu noktadan sonra başlayan travma süreci eğer yardım alınmazsa uzun zaman devam edebilir. Çünkü insanlar anne baba olduktan sonra “evlada karşı nasıl hissedilir, evlatla ilgili ne düşünülür?” kısmını bizzat kendileri deneyimledikleri andan itibaren sancılı bir özgürleşme sürecine girerek, kendi hissettikleri ebeveynlik duygusunun neden kendi annesi ve babası tarafından kendisine karşı hissedilmediğinin cevaplarını aramaya başlıyor. Bu durum doğal olarak kişinin karşılaşmak istemediği ve benim yukarıya yazdığım birçok konunun ayan beyan ortaya çıkmasını sağlayan ağır bir süreci tetikliyor. Bu ağır meraktan kaynaklı sorgulama süreci derin ve ağır travmalara neden olacak cevapların kendiliğinden ortalığa çıkmasını sağladığı gibi çocuğun hangi yaşta olursa olsun artık anne ve babasından ümidini kesmesine ve hayatına yeni bir sayfa açmasına da neden oluyor. Neticede Allah’ın evlada verilmek üzere emanet ettiği bütün sevgi ve saygı sermayesine anne ve baba ihanet ettikleri için Mevla da doğal olarak evladın olaya uyanmasına izin veriyor. Bu da doğal olarak evlatta nefrete, öfkeye ve bazen de kine yol açıyor. Evlatları belki ölmüyor ama artık gerçekten de anne ve babasına karşı ölmüş gibi davranıyor. Bu anne babaları bekleyen en kötü son; bir hastane köşesinde ya yalnız ve sahipsiz ölmek ya da bir bakımevi köşesinde yalnız bir şekilde ölümü beklemektir.
3-SEVGİ İNŞACILARI
Bu gruptaki insanlar sevgi köleliğinden kurtulmuş olan insanlardır. Hayatlarının belli bir safhasına kadar sabırla anne babasının kendini sevmesini beklemiş ancak bir türlü o sevgiye ulaşamamış bu insanlar; psikolojik yorgunluk, bıkkınlık ve ümitsizlik yüzünden gerçekle yüzleşmeleri sonucunda anne ve babalarının sevgisinden vazgeçen insanlardır. Bu insanlar genel olarak evliliklerine kadar anne ve babalarından sevgi beklentisi içinde olmaya devam ederler. Evlendikleri zaman ya eşlerinin kendilerine vermiş olduğu sevgi ya çocuklarının onlara verdiği sevgi ya eşlerinin sevgi ailesi olması nedeniyle onlara psikolojik olarak daha çok yakınlaşmaları ya da dışarıdan aldıkları bir psikolojik yardım ile bu beklentinin ne kadar gerçekçilikten uzak olduğunun farkına varılması neticesinde anne babalarının sevgilerinden vazgeçerler. Uzun süre sevgi ve saygı beklentisinin insanda yol açmış olduğu tahribat nedeniyle de artık bıkkınlık ve yılgınlıktan kendi kendine duruma uyanan insanlar da olabiliyor. Ne kadar fedakarlıkta bulunursa bulunsun ne kadar kendini kabul ettirmek için uğraşırsa uğraşsın, bunun hiçbir şekilde işe yaramadığını anlayan insanlar anne babasından tamamen duygusal ve enerjetik olarak koparak kendine artık yeni bir sayfa açmaya karar veriyorlar. Bu insanlar olabildiğince anne baba ve çekirdek ailesinden uzaklaşıyor, görüşmeleri resmileştiriyor, arayıp sormayı azaltıyor ve bir şekilde ilişkiyi askıya alarak yas dönemine giriyor. Bu yas döneminde insan adeta ailesinin ölümünü yaşamışçasına büyük bir kriz ve depresyona giriyor. Kişinin psikolojik direncine göre bu süre uzayıp kısalabiliyor. İnsan bu noktaya geldiğinde ailesinin gerçek yüzü ile karşılaşıyor ve hakikati artık inkâr edemez hale geliyor. Geçmişi çocukluktan itibaren yeniden değerlendirerek ve gözden geçirerek en nihayetinde ailesiyle ilgili mutlak bir karara ulaşıyor. Genel itibariyle bu yas dönemi uzun, sancılı, çalkantılı ve çetrefilli geçiyor çünkü anne babasının yaptığını kabul edebilmeyi insan kendi insanlığına sığdıramıyor. Olandan bitenden anladığı şeyin gerçek olduğuna inanmak istemiyor. Anne ve babanın bu şekilde bir insan olabileceklerini kabullenmek istemiyor. Hele de evlat ayrımcılığına maruz kalan bir insan için bu durum hepten kabul edilebilir olmaktan çıkıyor. Çünkü anne babasının aslında anne ve babalık yapabildiğini kardeşlerinin üzerinden anlıyor. Kendisine neden bu şekilde muamele edildiğine anlam veremiyor. Hiçbir izah ve açıklama bu kafadaki soru işaretini gideremiyor. Anne babanın neden kendisini sevmediğini, neden evlat ayrımcılığı yaptığını, nasıl bu kadar kötülük üretebildiklerini, neden bu şekilde davrandıklarını anlamakta ve manalandırmakta zorlanıyorlar. Bu durum bazen dini konularda isyanlara bile neden olacak kadar büyük bir psikolojik yıkıma bile neden oluyor. “Neden benim ailem annem ve babam böyle, Allah’ım neden bu insanları benim ailem annem ve babam yaptın…” şeklindeki isyanlara kadar varıyor işin ucu. Hele hele kişi bir de anne ya da baba olduysa ve kendinin devamı olan bir insan parçasını kucağına aldığı zaman hissetmiş olduğu annelik ve babalık duygularıyla yüzleştiği zaman, insan hissetmiş olduğu duyguların kahrını ifade edecek sözler bulamaz hale geliyor ve bu sefer anne babayı yargılamak daha sert, daha şiddetli daha adalet isteyici bir şekilde gerçekleşiyor. Ailesi için değerli olmak ve anne babasından sevgi istemenin nesi kötüdür ki? Kişi bunu kendi içinde yargılayıp evirip çevirmeye başladığı zaman cevaplar bu sefer daha da ölümcül değerde olabiliyor. Neden sorusunun cevabını arayan kişi aslında cevabı genelde biliyor oluyor ancak buna inanmayı reddetmeyi seçiyor. Zaten çocuk yaştan itibaren devam eden bu sorgulama süreci neticesinde cevaplar yine küçük yaşlardan başlayarak kişinin zihninde belirmeye başlıyor. Ancak insan elbette anne ve babasından adil bir şekilde davranmasını beklediği içindir ki her zaman için bu ölümcül değerdeki sorunun cevabını bildiği halde yıllar boyunca kendini şöyle teselli ediyor: “ben yanlış anlamış olmalıyım, bir yerde hata yapmış olabilirim, neyi yanlış yaptım acaba?” gibi sözlerle aslında anladığı şeyin üstüne yatıyor.
Bu tarzdaki insanlar en nihayetinde sancılı ve çalkantılı bir aileden ayrışma dönemine de girse neticede ailesinin çatısı altından ayrılmayı ve ayrışmayı başarabiliyor. Bunu yapabilmesinin nedeni de çevresindeki başka sağlıklı sevgi kaynaklarının olduğunu keşfetmesi. Eşinin ve çocuklarının verdiği sevginin farkına varması ya da çevresindeki başka doyurucu sevgi kaynaklarının farkına varması. Buna tutunmaya başlayan birisi en nihayetinde ihtiyaç duymuş olduğu sevgi kaynağına geç de olsa ulaşmayı başararak ailesinin sınırlarından çıkıp özgürleşebiliyor ve kendine yeni bir sayfa açabiliyor. Eşi ve çocuklarıyla mutlu olmayı öğreniyor. Baba ya da anne olmayı kendince yeniden inşa etmeye başlıyor. Kendi anne babasının devamı olmayı terk ediyor. Aile zincirinin yanlış bir şekilde şekillenmesine engel oluyor ve aslında kelimenin tam manasıyla zincirden çıkmayı başarabiliyor. Bu tarz insanların bu şekilde devam eden mücadeleleri neticesinde ise anne baba şok oluyor genelde. Kendilerini terk eden çocuklarının neden terk ettiklerini ya anlıyorlar ya da anlamazdan gelerek çocuklarının kendilerine verdikleri maddi manevi ne kadar unsur varsa; hiç haya etmeden hala istemeye devam etseler de çocukları onlara olumlu cevap vermiyor bu noktadan sonra. Talepleri konusunda çocuklarını bazen de zorluyorlar, dayatıyorlar hatta tehdit bile ediyorlar. Bu tehdit de ya beddua etmek ya da sütünü haram etmek şeklinde cereyan ediyor. Zorlama yoluyla ifade edilen taleplerinin ana nedeninin bir şekilde maddi ve manevi çıkar olduğu ise açıktan açığa anne ve baba tarafından ifade edilebiliyor. Durum bu noktaya geldiğinde ise kişi annesi ve babasından ayrışmakla ne kadar büyük ve doğru bir karar verdiğine daha çok inanmaya ve ikna olmaya başlıyor. Tam da bu noktada anne ve baba çocuğu bir şekilde geri kazanmak için türlü manevralar yaptıkça, çocukları anne ve babalarının aslında bilmediği başka yüzleriyle de karşılaşmaya başlıyor ve şok üstüne şok yaşıyor haliyle. Bu nedenle anne babadan ayrışma süreci iyice hızlanıyor.
Anne babadan ayrışmayı yaşamış insanların genel olarak çok acı çektiklerini ve depresyona girdiklerini gördüm. Bu bazen uzun sürüyor bazen de daha kısa sürüyor ama bu süreç genel manada yıpratıcı olarak gelişiyor. Ama nihayetinde bu insanlar yaslarını tutup acılarını çektikten sonra birdenbire iyileşiyorlar, hayata tutunuyorlar, doğru sevgi kaynaklarından beslenmeye başlıyorlar, kendi mutluluklarını inşa edebildikleri için doyasıya mutluluk yaşayabiliyorlar. Bunun ana nedeni kendi anne babalarının inşa etmiş olduğu mutsuzluk zincirinden çıkabilmek için gerekli mücadeleyi verebilmeleri. İnsanlar yaşama daha sıkı tutunuyor ve en önemlisi yeni bir aile zinciri oluşturmayı başarabiliyorlar. Eğer bunu yapamayacak olsalar, bir ömür boyu anne babasının kendisini sömürmesine izin vermekle ömrü geçeceği için hayatı yaşamadan tüketmiş olacaklardı. Anne babasının üretmiş olduğu mutsuzluk zincirinden çıkmayı başarmış her birey özgürleşerek, hayatlarına yeniden sıfır kilometre bir sayfa açabiliyorlar. Bunu başarmış insanlar anne babalarını terk eden insanlar da değil üstelik. Sadece aile içi ilişkileri düzenlemekle ilgili kasten yanlış kararlar veren anne babalarının elinden bu hakları zorla alarak aile içi ilişkileri artık kendileri düzenliyor ve yönetiyorlar. Bu süreç anne ve babayla yürütülen hakkaniyet savaşları aslında. Kendi hayatını anne ve babasından özgürleştirebilmiş her insan ailesinin yönetiminde kendi söz hakkına sahip olabilmiş insanlardır ve her birey bu hak için mücadele etmek zorunda bence. İnsanlar anne babalarından yaratıldılar evet ama onların ilahı yerine kendilerini koyamazlar. İnsanlara annelik ve babalık yapılıyorsa bu Allah’ın verdiği sağlık ve güçle yapılıyor. Hiçbir anne ve baba, sadece Allah’ın satın alabileceği bir şey için (anne ve babalık hukuku) kendisini evladına satmaya ya da pazarlamaya kalkmamalı. İlahlık ya da tanrılık taslamamalı evlatlarına karşı. Veriler gösteriyor ki bunu yapan anne ve babaların akıbetleri uzun vadede felaketle sonuçlanıyor. İnsanlar kendilerine Allah ve Resulü tarafından çizilmiş olan sorumluluklara saygı göstermeli ve sınırları muhafaza etmeli. Aksi taktirde insan kendisini durduk yerde Mevlasının ateşi önüne atar. Anneler ve babalar sadece anne babalar olduklarını unutmamalı, kendilerinin (haşa) Allah’ın öz kulu, evlatlarının da (haşa) üvey kulu olduğunu sanmamalı. Tam tersi dinimizde anne baba hakkı ne kadar mukaddes kabul edilmişse aynı şekilde evlat hak ve hukukunun da mukaddes olduğunu bilmeli. Bu mukaddesatlara riayet etmeyenlerin de ağır bir şekilde hesaba çekileceğini bilmelidir.