Evliliği Zehirleyen 4 Ana Davranış

Evlilik sabır, fedakârlık ve emek gerektiren bir süreç. Bu süreci sevgi, saygı, şefkat ve merhamet duygularıyla yönetmek gerekiyor. Bunun için de yapılması gereken bazı şeyler var.

 

“Bin kere dünyaya gelsem yine onunla evlenirdim” diyen bazı çiftlere sorduğum sorular oldu.

 

-Hiç mi tartışmıyorsunuz?

 

-Hayır çok tartışıyoruz!

 

-Hiç mi kavga etmiyorsunuz?

 

-Yoo çok kavga ediyoruz!

 

-Hiç mi birbirinize kırılmıyor gücenmiyorsunuz?

 

-Hayır kırıldığımız ve gücendiğimiz de çok oluyor!

 

-Peki nasıl oluyor da bin kere dünyaya gelsem de yine onunla evlenmek isterdim diyebiliyorsunuz?

 

Cevapları hep aynı:

 

-Evet biz çok tartışan, kavga eden, birbirine kızan, darılan ve gücenen bir çiftiz ama hiçbir zaman birbirimize karşı saygımızı kaybetmiyoruz. Durmamız gereken noktayı biliyoruz. Birbirimizi itham etmiyoruz, birbirimizi suçlamıyoruz, birbirimize yıkıcı eleştirilerde bulunmuyoruz ve asla birbirimize ne olursa olsun hakaret etmiyoruz. Bunlara özellikle dikkat ediyoruz. Birbirimizin sınırlarını koruyoruz.

 

 

 

Bu insanlar işi çözmüşler. Saygıyı ve sevgiyi korumak adına dört davranış türünden şeytandan kaçar gibi kaçıyorlar. Nedir bunlar:

 

1-İtham etmek

2-Suçlamak

3-Hakaret etmek

4-Yıkıcı eleştiride bulunmak

 

Bunların olmadığı bir aile yuvasında tartışmalar fikir teatisine dönüşüyor, kavgalar birbirini tanımanın bir yolu oluyor, küskünlükler birbirini özlemeye ve hasret duymaya dönüşüyor. Birbirine kırılmak da birbiriyle daha sevgiyle barışmak ve özlem duymaya dönüşüyor. Birbirinin kıymetini anlamaya, birbirine verdiği değer ve sevginin gerektiği gibi taktir edilmesine neden oluyor. Hayrı şerre dönüştüren bir süreç geliyor ama bu süreci doğru şekilde yönetebilirsek tabi.

 

Peki o halde evliliği zehirleyen bu dört davranışı biraz inceleyelim.

 

 

 

1-İtham etmek ne demektir?

 

Bir insanı yapmadığı bir şeyle ilgili “yaptın, yapmışsındır, kesin yapmışsındır ya da yapıyorsun” şeklinde söylemlerle adil olmayan ve gerçekçilikten uzak bir şekilde suçlamak.

 

Böyle bir suçlamanın gerçekle ve gerçekçilikle hiçbir ilgisi yoktur ve kişinin kendi suizannına bağlı olarak geliştirdiği bir davranıştır. Genelde manipülatif insanların üretmiş olduğu bu davranış türü insanların evlilikten ve karşı cinsten soğumasına ve yer yer de nefret etmesine neden olmaktadır. Bu türden insanları ne kadar iddia ettiği şeyin aksine ikna etmeye çalışırsanız çalışın bunu başaramazsınız. Zira sizinle ilgili kendi kafasındaki yargı kalıplarıyla bir karara vararak inanç gelişmiştir. Kafasında sizi kendince inşa etmiştir ama bu inşa süreci için sizden edindiği gerçek bilgileri kullanmak yerine size karşı beslediği suizannı kullanmıştır. Bu tarz insanlar sizi yapmadığınız şeyleri yapmışsınız gibi suçlarlar ve söylemediğiniz şeyleri söylemişsiniz gibi varsayımda bulunurlar. Sizi yorumlarken de iyi niyetten uzak olarak size sürekli kötü bir insanmışsınız da kendisi de sizi suçüstü yakalamış gibi muamele ederler. Bunlara ilave olarak algı sistemleri çarpık çalıştığı için her yaptığınız şeyle sanki kendisine ve hayatına zarar veriyormuşsunuz gibi davranırlar. Önyargıyla dolu oldukları için, hayatın da sizin de karşısında yer aldığınıza kendilerini bir şekilde ikna etmişlerdir. Kurgusal zekalarıyla gelişen yıpratıcı psikolojileriyle sizi perte çevirirler. Beyan ettiğiniz hiçbir esası kabul etmezler. Gerçekçilikten ve hayatın doğal akışını kabulden uzak yaşarlar. Bu tarz insanları kolay kolay bir şeye inandırmakla ilgili ikna edemeyeceğiniz için sizin de ne kadar iyicil bir insan olduğunuz konusunda ikna edemezsiniz. Sabit fikirli, ön yargılı, içten pazarlıklı, kötümser ve devamlı olarak suçlayıcılardır.

 

İthamcı insanların ithamlarından kurtulabilmenin yolunun onlarla mücadele olduğunu düşünmüyorum. Evlenmeden önce bu tarz insanların karakter ve kişilik analizlerini iyice öğrenip, evlenmek için kendilerini eş olarak seçmemek onlardan uzak durabilmeyi sağlayan tek yöntemdir. Evlilik öncesi karakter analizi yapabilecek kadar alt yapınız varsa birkaç kere bir araya gelmekle bile ithamcı bir karakter midir o insan, değil midir rahatlıkla anlayabilirsiniz.

 

 

 

2-Suçlamak nedir?

 

İki tür suçlayıcı karakter vardır. Birincisi ithamcı insanların gerçekçilikten son derece uzak kurgusal suçlamalarla ortaya koydukları karakter. İkinci suçlayıcı karakter de tamamen gerçeklere dayalı suçlamalarda bulunan karakter. Birinci şıkta ithamcı insanların nasıl gerçekçilikten uzak, sırf kendi menfaatlerini sağlayabilmek için karşılarındaki insanları itham ettiğini yukarıda ifade etmiştik. En az bu karakter kadar yıpratıcı olan diğer suçlayıcı karakter ise kinini unutamayan ve garezini bastıramayan karakterdir. Bu tarz insanların suçlayıcı olmalarının nedeni gerçekten de suçladıkları şeyle ilgili nefislerinin kibrine dokunan karşılarındaki kişilerin davranışlarıdır. İnsanların hatalarını hiç unutmayan, garezleri bir türlü sönmek bilmeyen, kişinin hatasını telafi etmesine izin vermeyen, devamlı insanın gergin ve huzursuz olmasına neden olan, her fırsatta yapılmış hataları ortaya dökerek yüze vuran, insanların ayıp ve kusurlarıyla çok ilgilenen, bağışlama nedir bilmeyen, kendini aşamayan, insanların hatalarını konuşmakla ilgili kendilerinde her hakkı bulan, aynı şeyin kendilerine yapılmasına asla tahammül edemeyen, görünüşte mükemmeliyetçi ama aslında aşırı geçimsiz huysuz ve dayatmacı olan, insanın kendisiyle arasının bozulmasına yol açan, hataları sürekli yüze vuran ve bunu yapmadan rahat edemeyen, kibir abidesi oldukları için kendilerini hatasız ve kusursuz gören kinci olan bu tarz insanlar eleştiriye asla gelmezler. Kendilerinin yerilmesine asla dayanamazlar. Yapıcı eleştiriye dahi tahammülleri yoktur ve eğer kendilerini eleştirir ya da kendilerine karşı hakkınızı savunursanız bunu düşmanlık olarak kabul ederler. Kendini savunmanız bile bu insanlara göre suçtur ve derhal bir şekilde cezalandırılmanız gerekir.

 

Çoğu evlilikte rastlayabildiğimiz bu tarz insanlar hayatı ithamcı insanlar kadar insana zehrederler. Onlarla geçinmek inanılmaz zordur. Adeta pusuya yatarak hata yapmanızı beklerler ve bunu size karşı bir silah olarak kullanmak isterler. Bir kere hata yapmaya görün. 70 yıl geçse de aynı tazelikte hatalarınızı akıllarında canlı ve sıcak tutarlar. Bu insanlara karşı özür dilemeniz işe yaramaz çünkü onlar bir kere sizin hata yaptığınızı görmüşlerdir. Motivasyon unsurları sizin hata yapmanızı bir kere bile olsa görmüş olmalarıdır. Hatanızı telafi etmek isteniz bile buna izin vermezler. Buna izin verirlerse size saldıracak oldukları ana sermayeleri tükenir çünkü. Ellerinde kendilerini psikolojik olarak korumakla ilgili ana silahları sizin hatalarınız olduğu için bu insanlara kendinizi affettirmeniz de çoğu zaman mümkün değildir. Kin tutan ve garez besleyen psikolojik yapıları, onları kendi kafalarında mükemmel insan ama karşıdaki insanı da bir şekilde kötü insan yapar. Bu tarz insanların affedicilik yönü hiç gelişmemiştir. Affetmeyi kendilerine ihanet olarak görürler. Anlayışlılık, uyum süreci onlar için geçerli değildir. Bu tarz bir insanla evlilik demek, ölüme razı olacağı bir hastalık mikrobunu vücuduna kabul etmek demektir.

 

 

 

3-Hakaret etmek ne demektir?

 

Hakaret etmek hakir görmek, aşağılamak, eziklemek, yargılamak, tahkir etmek, küçük düşürmek ve kendi nezdinde bir insanı olabilecek en bayağı seviyede gördüğünü sözle ifade etmektir. Hakaret etme alışkanlığına sahip insanların genel olarak kendilerinin de hakaret ve aşağılamaya maruz kalarak yetiştikleri göz önünde bulundurulacak olursa, hakaret etme davranışının aileden öğrenilen kemik davranışlardan birisi olduğu ortaya çıkacaktır. Yaptığım araştırma ve gözlemlerde hakaret edilerek ve aşağılanarak yetiştirilmiş hemen hemen her insanın da aynı davranışı eşine ve çocuklarına da gösterdiğini gördüm. Bu insanlar ailelerinden gördükleri davranışı kopyala yapıştır şeklinde inatla devam ettiriyorlar. Kendilerine bunu yapanlara (anne, baba ve diğer aile bireyleri) yönelik olarak adil bir şekilde geri davranış üretmeye güçleri yetmediği için, içlerinde biriken nefreti ve öfkeyi ancak hakaret ederek bünyelerinden atmaya çalışıyorlar ki bu da çoğu zaman ilişkilerinin kopma noktasına gelmesine yol açan ana sorun.

 

Bana getirilen aile ve evlilik sorunları üzerinde derin bir inceleme ve araştırma yaptığım zaman ilk şuna bakarım: ilişki ilk neyle gerilmeye başlamış. Ortak bir bulgu olarak ifade edecek olursam eğer; ilişkiler gayet güzel giderken birdenbire bozulmasının en önemli nedeninin, haklı ya da haksız olsun hiç fark etmeksizin bir tarafın eşine ilk hakaret etmesiyle birlikte aralarında oluşacak geçimsizliğin tetiklediğini keşfettim. Karı kocadan hangisinin hakareti başlattığı fark etmeksizin eşinden ilk kez hakaret duyan eş de, ondan öğrendiğini gerisin geri iade ederek, evliliklerini böylece sorunlar sarmalına birlikte sokmuş oluyorlar. Bütün sorunlu evliliklerin ortak problemi hakaret etme davranışı. Hakaret ettiği zaman kişi kendince içindeki kızgınlığı dışa yansıttığını düşünse de gerçekte aslında durum böyle değil. Hakaret ettiğiniz zaman hayat arkadaşınıza artık bana güvenemezsin, kendine başka birisini bul demiş oluyorsunuz. Hakaret etmek evliliğin bitmesine neden olan bütün süreci tek başına tetiklemeye yetecek kadar korkunç bir yıkıcı güce sahip.

 

Hakaret eden insan peki neden hakaret eder? Bir insanın hakaret etmesinin birden çok sebebi var. Bu sebeplerin bazılarını şu şekilde ifade edebiliriz.

 

– Hakaret eden bir anne babanın elinde yetişmek. İnsanlar ilk sosyalleşme süreçlerini aile içinde gerçekleştirirler ve bir insan hayat boyunca gerçekleştireceği davranışlarının temelini aile içinde kazanır. İyi ve kötü birçok davranış kalıplarımız ailemizden bize aktarılmış olan kalıplardır. Anne babasından hakaret yemiş insanların hem insanlarla hem kendi cinsleriyle hem de karşı cinsle olan ilişkileri onarması zor bir şekilde bozuluyor. Ama en çok da kişinin kendisiyle olan ilişkisi en temelde onarması zor şekilde bozuluyor. Varlığınızın yaratımının sağlandığı iki insan olan anne ve babanızın daha küçük yaşlardan itibaren size yöneltmiş olduğu hakaret davranışları gözlüğünden kendinize bakmayı öğrendiğiniz ve o hakaretleri kabul ettiğiniz andan itibaren artık kendinizin ne kadar değersiz, aşağılık ve kıymetsiz bir insan olduğunuza ikna olmuşsunuzdur. Bunun yıllarca sürdüğünü düşünürsek nihayetinde kendinizle ilgili kemikleşmiş yargılar edinirsiniz. Anne babanızın size ettiği hakaret yargılarına inanmakla kendinizin de hayattaki değerini belirlemiş olursunuz. O kadar ki bazen size gerçekten değer veren insanların verdiği değeri göğüsleyip cevap üretemez hale bile gelebilirsiniz. Burada anlaşılması gereken en önemli nokta küçük yaşlardan itibaren anne babanın değer yargılarıyla bizim de kendimize ve insanlara değer verme kalıplarımızın oluşmasıdır. Bütün bu süreçler çok da farkında olunan süreçler olmasa dahi hayatımızı kökten uca şekillendiren süreçlerdir. Çevremizdeki insanlara hakaret ederek aslında kendimize verdiğimiz değeri ve bakış açısını ortaya koyarız. Bu nedenledir ki insanlar çoğu zaman öfke davranışını ve değersizlik duygularını kendi ailelerinden öğrendiklerinin farkında olmadıkları için bunun faturasını en çok, en yakınları olan eş ve çocuklarına keserler.

 

Çoğu insan kendine anne babasının verdiği değer kadar değer verir, onların verdiği değeri benimser ve onların değer ölçüsünü kendi hayatları için bir değer kıstası olarak belirler. Bir erkek, babasının annesine verdiği değeri ve değer kalıbını karısına karşı kullanır. Babası kadar ve babasının annesine verdiği değer kadar eşine değer verir. Bir kadın, annesinin babasına verdiği değer kadar eşine değer vermeyi öğrenir. Bu kemikleşmiş kalıplar yüzünden öğrenilmiş hakaret kalıplarından kurtulmak en zor kişisel gelişim süreçlerinden birisidir. İnsanın içindeki adalet duygusuna eklemlenmiş olan hakaret davranışı ve öfke duygusu kişinin sağlıklı düşünüp karar vermesine de engel olur. Aynı zamanda kişinin anne babasından kendisi ile ilgili geliştirdiği yargıya olan inancı çocukluk yıllarından beri kemikleşe kemikleşe geldiği için doğal olarak insanın kendine değer vermekle ilgili yürüteceği farkındalık çalışmaları süreci daha da zorlaştırır. İnsan anne babasına inanmasın da ne yapsın ama değil mi? Anne babamızın bizi bizden daha iyi tanıdığına küçük yaşlarda bir şekilde onlar tarafından ikna edildiğimiz içindir ki aklımız doğal olarak özgürlüğünü anne babamıza karşı daha çocuk yaştan itibaren kaybetmiştir. Çalıştığım danışanlarımda görmüş olduğum en kronik ve kemikleşmiş durum bu idi. Yaşları kaç olursa olsun ya anne babalarının onlara verdiği değer kalıplarıyla hayatlarını mahvetmeye devam ediyorlardı ya da bu yanlış değer verme davranışını kabul etmedikleri için anne ve babalarıyla çatışan insanlardı. Ama açık ara çoğunluk olan grup, anne babasının kendisine verdiği yanlış değeri kabul ederek tüm hayatını bu yanlış değerin üzerine ikna eden insanlardı. Akılları çocuk ve torun sahibi olsa da hala anne babalarının yanlış yargı ve değerlerine inatla inanmaya devam ediyordu. 

 

Annenize babanızın hakaret etmesi eğer bir kadınsanız sizin de eşinizden hakaret duyma potansiyelinizi ve hakareti göğüsleme gücünüzü ve şeklinizi belirler. Annenizin babanızın hakaretlerine verdiği cevaplar da sizin kocanızın hakaretlerine verecek olduğunuz cevap şeklini belirler. Eğer bir erkekseniz annenize babanızın hakaret etmesi, sizin de eşinize hakaret etme potansiyelinizi, şeklinizi ve hakareti göğüsleme gücünüzü belirler. Babanızın annenize ettiği hakaretler karınıza edecek olduğunuz hakaretleri ve hakaret etme şeklinizi belirler. Temel sosyalleşme süreçlerimizin temelinin ailede atıldığını hatırlarsak eğer, anne babamızın ilişkileri kendimize kurduğumuz ailemizin de temelini oluşturur. Anne babamız farkında olmadan bize iyilikleri öğrettikleri gibi yanlışlıkları ve kötülükleri de öğretirler. En acımasız kötülük de hakaret etmek, tahkir etmek, aşağılamak ve yerden yere vurmaktır. Bunun nasıl karı koca arasında yapılacağını anne ve babalarımız bize yaşatarak öğretir. Öğrenemedik bu yanlışlığı ya da kötülüğü diyecek durumumuz maalesef yok. İnsanlardan parmakla gösterilecek kadar az bir kitle gördüğü ve öğrendiği kötülükleri başkalarına aktarmayacak kadar yüksek bir irade ve farkındalık gücüne sahiptir. Maalesef genel olarak anne babamızın arasında yaşanan evlilik şekli; üç aşağı beş yukarı bir şekilde kendimize kurduğumuz yuvanın da ana belirleyicisi haline gelir ve evlilik temellerimizi oluşturur. Anne babamızdan ne görmüşsek bunu eşimize yansıttığımızın farkında olmadan ailemize aktarım yaparız. Hem de kopyala yapıştır kalıbı şeklinde.

 

– Kişi öfke duygusunu doğru şekilde yönetemediği zaman hakarete başvurur. Öfke duygusunun uğranılmış haksızlıklara karşı adil bir şekilde karşı çıkılamadığı için bünyenin ürettiği bir savunma mekanizması olduğunu anlayacak olursak, o zaman her öfke duygusunun altında genel itibariyle kişinin uğradığı haksızlıklara karşı verdiği tepkilerinin birikim yaptığı anlaşılacaktır.

 

Kişi ailesi içinde birçok haksızlıklara maruz kalabilir. Yanlış ve hakkaniyetten uzak muameleler insanın akıl ve ruh sağlığını en olumsuz düzeyde etkiler. Aile içi sevgi kaynaklarının sağlıklı ve adil bir şekilde anne baba tarafından dağıtılmaması bir insanın genelde hayatının belinden kırılmasına neden olmaktadır. Kötü insani muamele, sevgi saygı şefkat merhamet saygı değer ve ilgi yoksunluğu, ihmal edilerek kendi kendine büyütülmeye terk edilme, korunulup sahip çıkılmama, sığınma ihtiyacının giderilmemesi, sevgi konusunda evlat ayrımcılığına maruz kalma, ailenin mali kaynaklarından adil bir şekilde istifade edememe, şiddete maruz kalma, hayatta tek başına bırakılarak ailesi olsa dahi yalnızlığa terk edilme, maddi ve manevi ihtiyaç esnasında aileden yardım ve destek görememe, inatla yanlış anlaşılma, istismara maruz kalma, temel insani haklardan aile içinde mahrum bırakılma, bakımdan yoksun bırakılma, maddi manevi ihtiyaçlar konusunda ailenin kılını kıpırdatmaması, nefretle muamele görme, aile tarafından maddi manevi sömürülme, kişisel haklarına tecavüz edilme, şeref ve haysiyet kırıcı davranışlara hem ailede hem de toplum içinde maruz bırakılma, anne babanın hayat rehberliğini yapmaktan kaçınması, bir aile içinde olsa da maddi anlamda hayatını kendisinin kazanması için küçük yaşta baskı görmesi, kendi mali kazancının zorla elinden alınması, anne babanın ana sorumluluklarını yerine getirmemesi ve çocuğunu kendilerine yükmüş gibi görerek bu durumu çocuğa yaşatmaları, küçük yaşta izzeti nefis ve haysiyet kırıcı ağır davranışlara maruz kalma, aile içinde itilip kakılma gibi birçok sorun bir insanın evlilik öncesi kendi çekirdek aile içinde öfke kontrolünü engelleyen ve kişiyi sinirli, agresif, anlayışsız, uyumsuz, sabrı az bir insana çeviren temel dinamiklerden sadece bazılarıdır. Bunun gibi nefret ailelerinin yapmış olduğu daha birçok yanlışlıkları bu listeye ekleyebiliriz. Ancak az çok anlaşıldığı üzere insanın küçük yaşlardan itibaren sevgiyle değil de nefretle yetiştirilmesi pek tabii olarak o insanın öfke kontrolsüzlüğüne yol açar. Yukarıdaki saydığım sebepler bir insanın kendi ailesi içinde uğrayabilecek olduğu en büyük zulümlerdir ve maalesef ülkemizdeki ailelerin nerdeyse çok ama çok büyük bir kısmı bu tip bir aile yapısına sahiptir. Bu durum doğal olarak insanımızın akıl ve ruh sağlığını olabilecek en kötü şekliyle dipten uca olumsuz bir şekilde etkilediği içindir ki günümüzde boşanma oranları korkunç bir seviyeye çıkmıştır. Herkes zaten evlenmeden önce kendi çekirdek ailesi içinde fazla fazla mutsuzken bu mutsuzluklarını gidermeden tutup üzerine bir de evlenerek mutsuzluklarını granitleştiriyorlar. İnsan sevgiye bağlı olarak gelişen mutluluğu ancak kendi anne babasından ve aile yuvası içindeyken öğrenebilir. Günümüzde anne babaların kendilerine saygıları ve sevgileri olmadığı içindir ki karı koca olarak da birbirlerini sevmiyor ve saygı da geliştiremiyorlar. Kendisini sevmeyen bir insan başkasını sevemez ve kendine saygı duymayan bir insan da başkasına saygı duyamaz. Kendine sevgisi ve saygısı olmayan insanlar nasıl olacak da bir başkasını sevecek ve ona saygı duyacak. Çalıştığım ailelerden öğrendiğim en korkunç gerçek, insanların kendilerine olan sevgilerinin ve saygılarının olmaması yüzünden eşlerine verecek sevgi ve saygı bulamamaları. Kendi anne babaları da birbirine sevgi saygı vermemiş ve aile içinde sevgi ve saygı döngüsü de hiçbir zaman inşa olmadığı için gerçekleşmemiş. İnsanlar birbirini sevmeyen anne babanın çocukları olarak bu evlilik tipini devam ettiriyorlar.

 

Yukarıdaki paragrafta izah etmeye çalıştığım nefret ailesi tipolojisi ne yazık ki günümüz Türkiye’sinin aile yapısı haline dönüşmüş durumda. Ülke olarak psikososyal sağlığımızın dengesi bu aile tipine giderek ve hızlı bir şekilde dönüştüğümüz için bozuldu. Antidepresan kullanımındaki patlamalar, uyuşturucu madde kullanımı, bağımlılık türlerinin artması, suç oranlarındaki yükseliş, boşanma hızı, doğum oranlarındaki durağanlık, toplum mutluluk endeksinin gittikçe düşmesi gibi birçok ölçek türünün sağladığı verilere bakarak Türkiye’de ailenin artık can çekişmekte olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Nefret ailesi tipolojisinden yetişmiş bir insan elbette daima öfkeli, gergin, mutsuz, patlamaya her an hazır bir bomba gibi olacaktır ve doğal olarak öfkesini yönetemeyecektir. Bu durum insanın hırsını göstermesi, kendini bir savunma biçimi olarak öfke duygusunu seçmesi, adalet ve hakkaniyetlilik talebinin öfke ile ifade edilmesine yol açtığı içindir ki insanda hakaret etme davranışı bazen farkında olmadan sinsice gelişir ve insanın karakter hamuruna karışır.

 

– İnsanın psikososyal varlığı sürdürmek için kendini tehdit olarak algıladığı şeylere karşı koruma ve savunma ihtiyacı vardır. Hakaret etme davranışı çoğu zaman aslında bu ihtiyaç tetiklendiği zaman kendiliğinden ortaya çıkar. Hakaret eden hakaret duyduğunda ya da duymadığında kendini psikososyal olarak savunma ihtiyacı içinde bulur. İnsan şerefinin, haysiyetinin, onurunun, izzet-i nefsinin ve kibrinin korunma ihtiyacı, her insanın temel ihtiyaçlarından biridir. İnsan kendisini savunmak zorunda kalırsa ve bu kişi özellikle de kendisine yakın olan ve aralarındaki mesafenin az olduğu bir insan ise hakaret eder. Ya hakarete cevap verir ya da kendi haklılığının bir ifade şekli olarak hakaret eder.

 

Çalıştığım ailelerden şunu biliyorum ki, eşler arasındaki hakaretleşme davranışının gelişmesinin en önemli nedeni tarafların hakareti bir tür kendilerini savunma davranışı olarak görmeleri ve bu nedenle de ettikleri hakaretleri doğru bulmasalar dahi sırf kendilerini savunabilmek için hakaret etmeleri. Kendini savunma yöntemi olarak seçilen hakaret etme davranışının yerine elbette birçok kendini savunma yöntemi seçilebilir. Ancak hakaret etme davranışı ile öfke duygusu etle tırnak gibi olduğu için doğal olarak nerde öfke varsa o an akıl seyahate çıkıp devreye nefsin girmesi nedeniyle insan öfkeli iken daha sağlıklı bir savunma sistemini devreye sokamıyor. Bu durum da eşlerin karşılıklı sürekli birbirileriyle hakaretleştikleri bir sarmala girmelerine neden oluyor.

 

Hakaretin bir savunma sistemi olarak çalıştığını hakaret eden de hakarete maruz kalan da asla düşünmüyor. Hakaret eden kendini hakaret etmekle ilgili olarak haklı bulduğu için bu şekilde davranıyor elbette. Hakaret eden ve edilen üzülse de, karşılıklı olarak çalıştırılan bu kötücül savunma sisteminden bir türlü vazgeçmiyor. Elbette bunun en büyük nedeni kişilerin kendi aile sistemleri içinde öğrenmiş oldukları hakaretleşme kültürünün kemik hale gelmiş olması.

 

Anne babaların çocuklarına öğretmeleri ve hayat rehberliği yapmaları gereken konuların en başında, insanın kendini psikososyal olarak nasıl iyicil unsurlarla savunması gerektiği gelir. Anne baba hakareti bir savunma dili olarak geliştirip kendi aralarında kullandıkça, çocukları da ister istemez bu dili karşı cinse karşı düşmanlık şeklinde kodlayarak öğreniyor aynı zamanda. Ne kadar tehlikeli bir şeye anne baba çanak tuttuğunu bilse, sanırım hakaret etmeyi aklının kıyısından ve köşesinden bile geçirmezlerdi herhalde. İnsanın iyicil olarak kendini savunabileceği en etkili sistemin; sabır, tahammül, anlayış, empatiklik, uyum, fedakârlık, emek ve değer verme gibi birçok unsurla inşa edilmiş davranışsal bir sistem olması gerektiğini düşünüyorum. Anne babalar sorunlara karşı bu sistemle mücadele etmiş olsalar elbette çocukları da bu sistemi canlı canlı görerek öğrenir ve hayatlarının temel savunma sistemine çevirirlerdi. Ne yazık ki günümüz aileleri bu şuur ve bilinçten olabildiğince uzaklar.   

 

– İnsanın izzet-nefsinin dışında ayrıca enaniyet ve kibir dediğimiz farklı bir ciheti daha vardır. Bazı insanlar üstünlük taslama, kibir, kendi egosunu tatmin, baskı kurma, dayatmanın kabulüne zorlama, rıza inşası, menfaatçilik, sömürgenlik, muktedirliğini kabul etmeye zorlama gibi bir sürü başlık altında yer alan sebepler nedeniyle de hakaret eder. Bu gibi durumlar haksızlığa uğramışlığa bir tepki olarak gelişmemekte tersi haksızlık yapabilmek için kişi bunu kendi nefsinde meşrulaştırdığı için hakaret etmektedir. Buradaki ana çıkar kendisinin üstünlüğünü bir şekilde karşı tarafa hakaret ederek baskı kurma şeklinde dayatmaktır. Hakaret etmekle ilgili az çok insanların haklılıkları olabilecekse de bu şık içindeki beyan ettiğimiz hususlar hakaret eden insanları zerre kadar haklı çıkarmaz. Çünkü bu şık içinde ele aldığımız insanlar bilerek, kasten ve taammüden hakaret ederler.

 

 

 

4-Yıkıcı eleştiride bulunmak nedir?

 

Bir insanı eleştirmek başka bir şeydir, yıkıcı bir eleştiriye maruz bırakmak farklı bir şeydir. Bir insanı yıkıcı eleştirilere maruz bırakmak aşağılama davranışıyla başlar ve kişiyi yerle bir ederek akıl ve ruh sağlığına ağır hasarlar vererek devam eder. Bu türden bir eleştiriye maruz kalan bir insanın ruhu, aklı, vicdanı ağır ve derin hasarlar alır. Düzelmesi ve iyileşmesi için uzun yıllar kişinin kendisiyle çalışması gerekir.   

 

O halde eleştiri davranışına biraz daha yakından bakalım. Yapıcı ve yıkıcı eleştiri şeklinde iki eleştiri türü vardır.

 

– Yapıcı Eleştiri: Bu eleştiride sevgi, merhamet, şefkat, muhabbet, saygı, uyum ve derin bir anlayış vardır. Bu tür bir eleştiride kişinin kendisini psikolojik olarak tehdit altında hissedeceği hiçbir şey yoktur. Eleştiri şahsiyetine zarar vermez, haysiyetini kırmaz, onuruna dokunmaz, izzeti nefsine ağır gelmez, şerefine dokunmaz ve kişiye mutlak fayda verir. Burada önemli olan eleştiride bulunan kişinin niyeti ve üslubudur. Eğer kişi karşısındaki insanı sevgi ile saygı duyarak eleştirir ise; kişinin bu eleştiriden faydası çok olur. Hatalarını görebilir, yeni akıl yolları keşfedebilir, kendini geliştirebilir, ufkunu açabilir, kendine güveni artar ve yanlışlarında da ders çıkarabilir. Yapıcı eleştirideki en önemli unsur; eleştiriyi yapan kişinin iyi niyeti, samimiyeti, yaklaşım tarzı, anlayışı, eleştirisindeki nezaket, tatlı dil ile eleştirdiği kişiye gösterdiği sevgisidir. Kısacası güzel üsluptur. Yapıcı eleştirinin en etkileyici yönü gösterilen nezaket ve saygı ile kullanılan tatlı dildir. Neden etkileyicidir peki? Çünkü insan nefsine boyun eğdirir, güvende hissettirir, iyi niyetli ve samimi olunduğunun ispatıdır ve insanın idrakini açar. Tatlı dile ve nezakete maruz kalan insanların akıl ve ruhlarının idrakleri daha derin çalışır, algıları tam kapasiteyle en iyicil durumdadır. Anlama ve idrak derinliğinin artması nedeniyle kastedilen mana en yüksek anlama düzeyinde anlaşılır. Bu türden bir eleştiri insan haysiyet ve onurunu koruyarak hayat kalitesini yükseltir ve kişiye maddi manevi yüksek faydalar sağlar.    

 

– Yıkıcı Eleştiri: Bu türden bir eleştirinin amacı insana hatasını göstermek değil o hatayı yaptığı için aşağılamak, ezmek, hakir görmek, incitmek ve yaralamak amacını güder. Pek tabi ki bu eleştiri türü iyicil ve insani değildir. İyiliğe değil kötülüğe yol açar. Çünkü yıkıcı eleştiriye maruz kalan bir insan ters yönde bir davranış geliştirerek eleştirildiği konuda genellikle farkında olmadan karşıdakini haklı çıkartır. Atasözümüze bile “bir insana 40 gün deli dersen delirir” şeklinde geçen bu yıkıcı eleştiri türünün vermiş olduğu psikolojik ve sosyal hasarın tamiri hiç de kolay değildir. Hele ki kemikleşmişse bunun hasarlarıyla baş etmek; insanın akıl ve ruh sağlığını gerçekten de bozabilir. Yıkıcı eleştiri türünde iki tarafın pozisyonu da farklı çalışır.

 

A – Yıkıcı Eleştiriye Maruz Bırakan Taraf: Yıkıcı eleştiride bulunmak bilerek ya da bilmeyerek aslında kötülük yapmanın farklı bir yoludur. İnsana kötü huy, ahlak ve davranış kalıpları kazandırır. Kişinin kötü yönde eleştirilmesi eleştirildiği davranışını yapması konusunda kişiyi motive eder. İnsana sürekli olumsuz ve kötü ifadelerle eleştiride bulunmanın birçok nedeni vardır. İçleri nefret, kin, öfke ve garez dolu insanlar genelde yıkıcı eleştiride bulunurlar. Şiddete uğrama geçmişi olan insanlar da böyle yapar. Bu insanların kendileri ya da çevreleri ile çocukluk yıllarından başlayan sorunları vardır ve ne yazık ki kontrol altında kendilerini tutamadıkları için yıkıcı eleştiri davranışı gösterirler. Hem de bu davranışın bulaşıcı olduğunun farkında bile olmadan. Bu eleştiri türü aslında insanın içindeki kötücül doğaya aynalık eder ve insanın içinde tutmaya çalıştığı nefret duygusunun dışa vurulmasını sağlar. Bir insanın ruhunun harabını anlamak için sözlerini ve öfke duygusunu nasıl kullandığına bakmak yeterlidir. Yıkıcı eleştiriye insanları maruz bırakan insanlar da genelde yıkıcı eleştiriye maruz kalmış insanlardır. Bazı insanlar ise bu davranışı “psikolojik korunma kalkanı” olarak kullanırlar. Bazı insanlar sırf kibirlerinden bunu yapar. Bazı insanların ise eleştiriden anladığı sadece yıkıcı eleştiride bulunmaktır. Bazı insanlar haset duygularını tezahür ettirmek için kullanırlar. Bazı insanlar kontrolcü ve dayatmacı olduklarından tahakküm etmek istedikleri insanlara yıkıcı eleştiride bulunurlar. Her yıkıcı eleştiride bulunan insana neden yıkıcı eleştiride bulunduğunu sorsak kendince bize mutlaka haklı olduğunu düşündüğü bir sebep söyleyecektir. Her ne nedenle olursa olsun yıkıcı eleştiride bulunan insanların mental sağlıklarının doğru çalışmadığı ortada olan bir gerçektir. Ruhları yara almış akıl muvazeneleri dengede olmayan insanlardır.

 

B – Yıkıcı Eleştiriye Maruz Kalan Taraf: En büyük psikolojik hasara maruz kalan kişi yıkıcı eleştiri ile eleştirilen kişidir. Kendilik algısı bozulmuş bir insan mutlaka bir şekilde yıkıcı eleştiriye maruz kalmıştır. Algıları çarpılmış, aklı dumura uğramış, ruhu kırılmış ve vicdanı acı ile dolmuştur. İnsanın bütün hayatını kendisiyle ilgili en çok etkileyen şey elbette ki kendilik algısıdır. Yani bir insanın kendini sevmesi ve kendine saygı duymasıdır. İnsanın akıl ve ruh sağlığı bu iki unsura bağlıdır. Ancak yıkıcı eleştiriye maruz kalan insanlar isteseler de mental sağlıklarını koruyamadıkları gibi sosyal hayatlarındaki psikososyal sağlıklarını da koruyamazlar. İnsanın haysiyetine, şerefine, izzeti nefsine, onuruna ve değerine yapılabilecek en acımasız saldırı yıkıcı eleştiridir. İnsanın başka bir gözden kendine bakmasını sağlayan eleştiri davranışının yıkıcı olanı, insanın kendisiyle sağlıklı olan ilişkisini bozararak varlık amacına büyük bir darbe indirir. Yıkıcı eleştiri türü insanın kişisel yaşamını ölene kadar olumsuz yönde etkileyecek korkunç büyüklükteki muazzam bir güce sahiptir. Bunu nerden biliyoruz? Çocuklarından torunlarına varıncaya kadar en az 2 kuşağın psikolojik sağlığına kalıcı hasarlar veren ebeveynlerin, çocuklarıyla yapmış olduğumuz vaka çalışmalarından. Bana gelen insanların dedeleri, anneanne ya da babaanneleri üst kuşak olarak yıkıcı eleştiri davranışlarının bir zincir davranış üretmesi yüzünden, torunlarının bile mental sağlıklarını 3 kuşak aşağıda da olsa olumsuz yönde etkilemişlerdi.  Bu mağdur torunlar; hayatları boyunca üst kuşaklarından görmüş oldukları yanlış muamelenin psikolojik yönden faturasını ödemek zorunda kaldıklarından sadece akıl ve ruh sağlıkları değil, hayatlarının birçok alanı da olumsuz bir şekilde etki altında kalmıştı. Yıkıcı eleştiri davranışının insan hayatına yapmış olduğu bu muazzam korkunç etki yüzünden, mental sağlığı bozuk nesiller ürediğini fark ettim. Üst nesillerden başlayan bu zincir, maalesef zincirden çıkacak birisi o soy içinde ortaya çıkmadıkça devam edip gidiyor. Bir insanın ettiği bir hakaret büyük büyük dedesine ya da anneanne veya babaannesine ait olarak ortaya çıkabiliyor. İzi sürüldüğünde üst kuşak enerjilerinde gidebildiği kadar yukarıya gidiyor bu durum.