Neden Aile Danışmanına İhtiyacımız Var?

Günümüz şartları ne yazık ki evlilik ve aile danışmanlığı hizmetlerini zorunlu hale getirmiştir. Kadın erkek ilişkileri kasıtlı bir şekilde; dizi, film, müzik, bilgisayar oyunları, mobil oyunlar, sosyal medya, görsel ve yazılı medya sayesinde her geçen daha da artan bir oranda bozulmaktadır. Kadın erkek arasına bilinçli bir şekilde inşa edilen düşmanlık, nefret, kin ve bunların türevleri olan her türlü duygu; kadın erkek ilişkilerini, çocukları, evlilik bağlarını ve sorumluluklarını bir sarmaşık gibi dipten uça sararak insanlığı ve insanlık varlığını tehdit eder hale gelmiştir.

 

Dünya kurulduğundan bu yana, kadın ve erkek ilişkileri hiç bu kadar kötü bir noktaya gelmemişti. Bir türün eril ve dişil olan iki cinsinin birbirini yok etmek için adeta yarıştığı bir dönem daha önce hiç vaki olmamıştı yeryüzünde. Küresel bir fesat hareketine yenik düşen insanlık; kendi türünü kendi elleriyle hiç düşünmeden yok etmeye başladı. Bu günlerde o kadar korkunç bir noktadayız ki insanlık olarak; insanlık nedir ve neydi bir zamanlar, bunu unuttuk artık! İnsan kendi değerini ve varlığını unuttu. İnsan karşı cinsin anlamını kıymetini, varlığını ve kendisi için ne kadar hayati bir değerde olduğunu unuttu. İnsan kendine ait fıtrat bilgisini unuttu ve en kötüsü de karşı cinsinin fıtri bilgisini hepten unuttu. İnsanlık olarak geldiğimiz bu korkunç nokta gerekli önlemler alınmaz ve duruma müdahale edilmezse eğer; kadim komplo işe yarayacak ve insanlık türünün varlığı artık gezegenden hızlı bir şekilde silinmeye başlayacak.

 

Evliliklerin azalması, evlilik dışı ilişkilerin çoğalması, fuhşun her türlüsünün moda olması, boşanmaların artması, kadın erkek arasındaki mutlak bağın kırılması, kadına yönelik cinsel saldırı ve cinayetler, çocukların uğradıkları cinsel istismarlar, hayvanlara yönelik akıl almaz saldırılar ve cinayetler, nefret söylemleri, savaşlar ve daha işlenen birçok insanlık suçunun temelinde; kadın ve erkek ilişkisinin fıtrat ekseninden çıkması gibi korkunç ve son derece tehlikeli bir sebep yatıyor. Kadın ve erkek ilişkisi olması gereken fıtri düzende olmadığı zaman; işte zamanımızda da tam manasıyla tecrübe ettiğimiz üzere, gezegenimiz akıl almaz bir fitneyle ve fesatla yoğrularak boğuluyor. Bu nedenle dini, dili, ırkı, kültürü ve cinsiyeti hiç fark etmeksizin topyekun küresel manada bütün insanlık olarak son derece huzursuz ve mutsuzuz. Mutsuzluğumuza ve huzursuzluğumuza kaynaklık eden gerçek sorunların neler olduğu konusunda araştırma ve inceleme yaparak sorun üzerinde kafa patlatmamız gerekirken, mutsuzluklarımızı unutmak için antidepresan bağımlılığına müptela olmuş bir halde çareyi ilaçlarda arıyoruz. Bu hiç mantıklı bir tutum ve davranış değil. Mutsuzluk ve huzursuzluk kaynakları tespit edilmeden ve bu besleyici kaynağın da kökü kurutulmadan insanlık olarak bize rahat yüzü yok. Ne yazık ki yapılan araştırmalar gösteriyor ki; küresel manada gezegen halkı insanlar olarak son derece mutsuz ve depresif bir haldeyiz. Dili, dini, ırkı, kültürü ve cinsiyeti fark etmeksizin herkes kendisini mutsuz hissediyor, herkes kötü duyguları hissetmek konusunda kendi sınırlarını zorluyor, herkes yapayalnız ve çözüm olarak tespit edilen şeyler de ne yazık ki hiçbir işe yaramıyor. Üretilen çözümler toplumsal semptomları baskılamaya yarıyor sadece, sorunu tamamen yok etmiyor! En zenginimizden en fakirimize kadar hayatın tadını kaybetmiş bir halde yok oluşa doğru sürükleniyoruz adeta. İnsan kendi türüne karşı bu kadar nefretle, kinle, garezle ve husumetle nasıl dolabilir? Bu durum bize; üçüncü bir taraf etkisinin olduğunu gösteriyor. Zira insan fıtratının binlerce yıllık geçmişine baktığımız zaman; kadın ve erkeğin birbirini cinsellik üzerinden yok etmesi sürecinin hiçbir zaman yaşanmadığını görüyoruz ve bu sonuç nedense bizi hiç şüphelendirmiyor. Oysa bu korkunç sonuçtan şüphelenmemiz gerekiyor.

 

İnsan kendi fıtratının dışına çıkarsa ne olur sorusunun cevabı yukarıdaki satırlarda gizli. Ne yazık ki fıtratımızdan o kadar uzun yıllar boyunca uzak kaldık ki; insan fıtratı neydi nerdeyse artık kimse bilmiyor. Kimse kimsenin kahrını çekmek istemiyor. Kimse kimse için karşılıksız fedakârlık yapmak istemiyor. İyi de biz insanlar olarak böyle bir tür değiliz ki! Tarihte de hiçbir zaman böyle bir türe dönüşmedik ki! Bir zamanlar düşmanından bile emin olan insanlar yaşamıştı bu yeryüzünde. Düşmanlıkta bile ölçü, insaf ve vicdan vardı insanlığın içinde. Ama günümüz; insanlık olarak bizi öylesine korkunç bataklıklarla dolu bir alana çekti ki kadın ve erkek ilişkileri konusunda; artık düzeleceğimize dair ümidimiz de nerdeyse tükenmek üzere. Kadın kocasına, koca karısına, anne baba çocuklarına, çocuklar anne babalarına, akrabalar birbirlerine karşı ümit beslemiyor düzelmek ve düzeltmek için ne yazık ki. Bundan daha ağır bir gerçek daha var ki o da; gezegendeki herkesin yapayalnız olmasının yol açtığı küresel depresif hal. Herkes kendi hayatında ve ama yapayalnız! Bu nasıl dehşet verici bir durumdur böyle! Son 350 yılda insanlık nerden nereye getirildi! Bundan da nedense hiç şüphe duymuyoruz! Bütün insani ilişkilerimiz belinden kırılmış gibi adeta ve ne yazık ki günümüz 1984 romanında George Orwell’in tanımladığı distopik dünyanın gerçekleştiği bir hale dönüştü. İşte bu dehşet verici! İnsan aklı bu sonuç karşısında nasıl olup da delirmiyor veya dehşete kapılmıyor hayret doğrusu! Geldiğimiz son noktaya nasıl gelindi sorusunun cevabını bulmak için geriye yönelik olarak, son 350 yıllık kadın erkek ilişkilerinin geçmişine bakmak lazım. Hele hele de endüstri devriminden sonrası, bulmak istediğimiz her sorunun cevabını çok net bir şekilde veriyor bize.

 

Kadınımızla erkeğimizle nerde, ne zaman ve nasıl bir hata yaptık da şu anki korkunç ve tehlikeli noktaya gelebildik? Toplum bilimcilerin en öncelikli cevabını bulması gereken sorunun bu olduğunu düşünüyorum ancak; toplum bilimcilerin de maalesef konuyu yeterince dipten uca anlayamadığını ve insanlık olarak küresel olarak evrildiğimiz bir sonraki süreci yeterince doğru bir şekilde okuyamadıklarını; üretilen çarelerin insanlığı mutlu olmak ve huzur bulmak konusunda daha da çok çaresiz bırakmasından anlıyorum. Yakın bir gelecekte küresel düzeyde toplumsal çöküşlere neden olacak en büyük sorun olan; ailenin parçalanması sorununa karşı üretilmiş olan sosyal politikaların, hedeflenen noktaya insanlığı taşıyamadığının altını özellikle çizmek gerek. Neden sosyal politikaların ürettiği çareler işe yaramıyor peki? Çünkü bu konudaki sebep sonuç ilişkisini doğru şekilde anlamadığımız gibi, içimizden belli bir kesim de bunu kasıtlı olarak yanlış anlayarak kendi çıkar ve menfaati için maniple ediyor. Dahası ve en fenası da; sebep ve sonuç kısmı ile ilgili insanlık adına çareler ve çıkış yolları bulabilmek için; insan fıtratına ait gerçek ve kadim bilgilerimizi kullanmak yerine, küresel şer gücünün insanlığa çizdiği sınırlar içinde kalarak, insan aklının menfaatine aykırı olan düşünce kalıpları içinde düşünüyoruz. (Bizler bundan da şüphe duymuyoruz tabi) Bu da elimizdeki sonuçları doğru şekilde anlamamız, sorunlara gerçekçi ve doğru çareler üretmemiz konusunda ihtiyacımız olan akıl ve şuurdan bizleri mahrum bırakıyor. Yukarıda belirttiğimiz sonuçlar ile ilgili olarak toplum bilimcilerin yapması gereken şey; elde edilen sonuçlara göre meseleleri değerlendirmek değil, bu sonuçlara neden olan sorunları sebep sonuç zinciri içinde çözümleyebilmektir. Örnek verecek olursak eğer; günümüzde boşanmaların bu kadar artmış olmasının ana nedeni kadın ve erkek ilişki düzeninin ve dengesinin tamamen bozulmasıdır. Biz eğer boşanmaları azaltmak ya da engelleyebilmek için kadın ve erkek ilişkilerinin bozulan unsurlarını yeniden inşa ederek eski haline çevirmezsek eğer; bunun dışındaki ürettiğimiz hiçbir çare, bize kadın ve erkek ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi sonucunu vermeyecektir. Sonuçlara odaklı sosyal politika üretmek doğrudur ancak ürettiğiniz sosyal politika istenen ve beklenen sonucu üretmiyorsa; o halde üretilen politika tamamen yanlış demektir. Tabi siz özellikle; bilerek yanlış ve tehlikeli sonuçlara insanlığı taşıyacak sosyal politikalar üretiyorsanız ve ürettiğiniz bu politikalar da toplumsal düzeni, sistemi ve ahengi daha da bozuyorsa o zaman durum başka tabi. Eğer konuyla ilgili bir art niyet varsa, üretilen sözde iyileştirici sosyal politikaların üretilme amacının ve iyi niyetliliğinin sorgulanması ve varsa kötü niyetliliğin de yargılanması gerekir.

 

Günümüz modern toplumunun mutsuzluğu ve bu mutsuzluğun yol açtığı sorunlar sosyal patlamalara neden olduğu için, hükumetleri değiştirecek ve devletleri de yıkacak güce ulaşmıştır. Mutsuzluğun ve huzursuzluğun yol açmış olduğu kontrolsüz kötücül güçler; her birimiz için tek tek bir tehdit unsuruna dönüşmüştür. Her geçen gün gittikçe artan aile içi şiddet, sosyal kaoslar, toplumsal yapıdaki kötü yöndeki değişimler, genel ahlakın daha da bozulması ve benzeri sebeplerin yol açtığı psikolojik, sosyolojik ve ekonomik buhranlarla insanlık, nasıl mücadele edecektir? Bu sorunları kontrol altına almak için hukuki manada katı yasaklar koymak sorunları çözemediği ve kontrol altına alamadığı gibi, tam tersi etkiler de meydana getirmektedir. Çünkü çare diyerek yürürlüğe koyduğumuz hiçbir hukuki engel ya da katı yasaklar veya toplumsal baskı unsurları, doğru şekilde bu sorunu çözebilecek çareler değildir ve yapılan araştırmalar kullandığımız çare metotlarının sorunu daha da kronik hale getirdiğini göstermektedir.

 

Mevcut küresel düzenin işleyiş şekli suçluyu cezalandırmak üzerine kuruludur. Ancak görünen ve anlaşılan o ki; küresel yargı düzeni, suçlunun neden bu suçu işlediği konusuyla ya da bu suçu işlemekle ilgili kişiyi motive eden “olumsuz etkenin” neler olduğunu tespit noktasında hiçbir sorumluluk hissetmediği gibi suçluyu bir de üstüne üstlük sömürüyor da! İnsani anlamda bu konuda en önemli şey; insanı suç işlemeye itecek “etken kuvvet ve unsurları” insan hayatından olabildiğince uzak tutmaktır. Kişi bundan uzak kaldığı müddetçe suç işlemeyecektir, eğer gerçek bir suç makinesi değilse tabi. Ancak suç işlemeye insanı adeta teşvik eden ve hatta zorlayan küresel bir hukuk ve yargı düzeni içinde suç işlemeye mecbur kalırsa şayet, nasıl suç işlemeden yaşamını sürdürebilir ki? Aç olan ve bilerek doyurulmamış bir insan ekmek çalmakta haklı mıdır? Bu zalim adalet sistemi üzerinde biraz olsun düşünmek gerekmiyor mu hiç?!

 

Her insan karşısındaki insanla etkileşimde bulunsun ya da bulunmasın kendisinin dışında gezegendeki diğer tüm insanlara bir şekilde bağlıdır. Bizim bir hareketimiz bu dünya üzerinde yaşayan diğer tüm insanları değil sadece; hayvanları, bitkileri ve gezegenin kendisini de etkiler. (Bakınız: günümüz dünyası) İnsanın etki gücünü insan yeterince anlamıyor ne yazık ki. Biz varlık aleminin bir parçası olarak yaptıklarımızın sadece bizi etkilediğini düşünemeyiz. Tek tek birbirimizden ve gezegeni ortak olarak kullandığımız diğer canlıların da hayatlarından sorumluyuz. Tercihlerimiz bizim dışımızda kalan hiç kimseyi ve diğer tüm canlılarının hayatlarını tehdit edemez. Ancak; günümüzün modern toplumu kapitalist bir akılla düşündüğü ve hissettiği için ne yazık ki; eylemlerinin nelere yol açtığı konusunda son derece vicdansız bir bakış açısına sahip. Karar, eylem ve tercihlerimizin gezegeni getirdiği noktadan akıllı varlıklar olan insan türü olarak sadece biz sorumluyuz. Bu nedenle rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki insan, herkesten ve her şeyden önce kendisine karşı sorumludur. Bu sorumluluk o kadar önemli ve bir o kadar da hayatidir ki; eğer insan kendisine karşı sorumluluklarını yerine getirmezse, işte günümüz dünyası bu hale gelmektedir. Günümüz dünyasının tahrip edilmiş gezegen yapısına bakarsak nelere yol açtığımız kendiliğinden ortaya çıkar.

 

İnsan herkesten ve her şeyden önce kendisine karşı sorumludur demiştik. Peki insanın kendine karşı ne gibi sorumlukları vardır? İnsanın kendine karşı en büyük sorumluluğu; kendi payına düşen görev, ödev ve sorumluluklarını öğrenmesi ve bu sorumluluklara karşı bir vicdan geliştirip kendi dışındakilere karşı üzerine düşen vazifelerini yapmasıdır. (Mesela doğayı kirletmemek gerektiğiyle ilgili sorumluluk ve vicdan sahibi olursa insan, doğayı kirletmeyen teknolojiler üretebilir.) İnsan kendini bilmeden, kendi fıtrat yapısını tanımadan, karşı cinsinin kendisi için ne kadar hayati derecede önemli olduğunu bilmeden ve onun fıtri yapısını öğrenmeden kendi türüne ve gezegene karşı nasıl sorumluluk bilinci geliştirebilir ki? Kendi varlığının gezegen üzerindeki devamını sağlayan en önemli temel dinamikleri anlama konusunda insanın bu kadar sorumsuz davranması kesinlikle kabul edilemez. Bir yandan insan fıtratı dışına çıkıyor, öte yandan fıtratı dışına çıkmanın hayatında yol açtığı bedellerini ödemek istemiyor. Bu nasıl mümkün olabilir ki!!! Böyle bir adalet türü yok! Hem de hiçbir yerde ve zamanda!

 

Günümüzün huzursuz, mutsuz, yapayalnız, çaresiz ve antidepresan bağımlısı insanını elinden tutup ayağa kaldıracak, ona kendi öz değerini yeniden hatırlatacak, varlığının ne anlama geldiği konusunda kendisini şuurlandıracak ve hayatının kıymetini öğretecek yegâne çatı; ailedir. Aileden kastım; kadın ve erkek arasına yüce yaratıcının koymuş olduğu dostluktur. Kadın ve erkek ilişkileri; yazımızın başında da belirttiğimiz üzere dünya kurulalı beri hiçbir zaman bu kadar kötü ve çaresizlikten aciz bırakıcı bir noktaya ulaşmamıştı. Kadın erkek ilişkileri konusunda geldiğimiz nokta hepimizi şaşkına çevirmiş durumda. Biz ne ara cinsiyet düşmanlığını öğrendik ve bu düşmanlıkla birbirimizi yok edecek kin ve nefretle yüreklerimizi doldurduk? Binlerce yıldır biz böyle bir tür değilken ne bizi bu kadar korkunç ve zalim bir türe dönüştürdü? Oysa kadın erkeğe muhtaçtır erkek de kadına muhtaçtır. Varlığımızı bu muhtaçlık durumuna borçluyuz. Kadın erkek ilişkilerini bozucu unsurlar içeren geliştirilmiş teknolojilerin, kadın ve erkek ilişkileri konusunda bizi kasıtlı ve bilinçli bir şekilde kandırmak için üretmiş olduğu yalan ve ifsat dolu bilgiler, kadının erkeğe erkeğin de kadına muhtaç olduğu konusundaki hakikati yok edemez. Bir insanın varlığı anne ve babaya muhtaçtır. Zaten anne ve babaya muhtaç olmadan var olabilmiş bir insan gerçek insan değildir. Biz insan diye anne babadan yaratılmış olan bir varlığı tanımlıyoruz teknolojinin ürettiği ucube yaratıkları değil! İnsan kendisinden oluştuğu anne ve baba gibi iki kaynağa birincil derecedeki önemle bağımlı ve bağlıdır. Varlığının asıl öz bağını bu iki ana kaynağa yapar. Bu nedenle evlat edinilme, klon teknolojileriyle üretilme ve bundan sonraki gelişecek olan her türlü teknolojik ilerlemeler; insanın bakıma muhtaç, aciz, yalnız kalamayan bir varlık olması gerçeğini asla değiştiremez. İnsan özünde sevgiye ve değer verilmeye muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır ve hiçbir şey bu doğruyu yanlışlayamaz.

 

Merkezimizde verilen her türlü hizmet çeşidi işte bu şuur ve bilinçle verilmektedir. İnsan fıtratını tanıyan ve insan fıtratına uygun olan her türlü bilgi ancak; insanın düştüğü noktadan ayağa kalkmasını sağlayabiliyor. İnsan fıtratına ve sorumluluklarına uygun olmayan çarelerin işe yaramadığı yapılmış araştırmalarla ve tecrübeyle sabittir. İnsanın fıtratı sevgiye, ilgiye, değer görmeye aç bir fıtrattır. Merkezimizde verdiğimiz hizmetlerimiz yaratıcıya olan hürmet, saygıdan ve hayranlıktan dolayı insana kıymet veren bir bakış açısına sahiptir. İnsanın ne olduğunu ne olması gerektiğini, insanın ne kadar kıymetli ve özel bir varlık olduğunu, ona ihtimam gösterilmesi gerektiğini ve koşulsuz sevgi ile yaratıcısı tarafından nasıl sevilerek yaratılmış olduğunu bize inandığımız din gayet net ve güzel bir şekilde açıklamıştır. Yine inandığımız dinin peygamberi (sav) bize insanın değeri ile ilgili bir hadisle, insanı kendisiyle ilgili derin düşüncelere sevk etmesi gereken şu manayı ifade buyurmuştur: İnsanı Allah bina ve inşa etti. Onu yıkana lanet olsun. Bu şuur ve hassasiyetle hizmet verdiğimiz alanlarımızda özellikle en önemsediğimiz alan “aile ve kadın erkek ilişkileridir.” Bu ilişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda insanlığın elinde kadim bilgiler zaten mevcut. Dünyanın yıkılıp gitmesinin kadın erkek ilişkilerinin bozulmasıyla ancak mümkün olabileceğini bize haber veren birçok ayet ve hadis; bizlere konunun ne kadar ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir.

 

Verdiğimiz hizmetlerde tecrübe ettiğimiz üzere; kadın ve erkek kendilerine ait olan fıtratı terk ettikleri, sorumluluk ve cinsiyet sınırlarının içinde durmadıkları için, ciddi ve bazen de son derece tehlikeli sorunlar yaşıyorlar. Fıtratlarına geri dönenlerin sorunlarının düzeldiğini de memnuniyetle görüyoruz. O halde bizim bütün sorunumuz aslında insan olarak neydik bunu unutmak ve karşı cinsimizin bizim için ne kadar hayati önemde ve değerde olduğunun farkında olmamak. Kadın ve erkek birbirinin varlık sebebi ve varlık aynası olarak yaratılmıştır. Kadının erkekte Mevla’nın gizlediği güçleri ve sırları keşfederek kendi varlığını erkek üzerinden okuması, erkeğin de kadında Mevla’nın gizlediği güzellik ve derinliği keşfederek kendi varlığını kadın üzerinden okuması ve anlaması gerekiyor. Birbirine bu bakış açısıyla bakmayan insanlık varlığını asla devam ettiremez! İnsan karşı cinsi olmadan varlığının neden gerekli olduğunu yeterince anlayamaz. Yönelmemiz gereken nokta; insan olarak ne olduğumuzu bilmek ve karşı cinsin bizim varlığımızı ispat eden bir alamet ve ayna olduğu şuurunu bünyemize yerleştirmektir. Kendimizi bilmek için (kendimizden daha ziyade) bizi gösteren bir aynamıza ihtiyacımız olduğunu asla unutmamız gerekiyor. Erkek erkek olduğunu kadınla anlar ve bilir, kadın da kadın olduğunu erkek ile anlar ve bilir. Cinsiyet dediğimiz erillik ve dişillik unsurunu Mevla niçin yarattığını gayet net bir şekilde kullarına açıklamıştır. Bu açıklama Rum Suresi’nde şu şekilde geçmektedir: cinsiyet faktörünü yaratmasındaki amaç ve gaye; Mevla’nın yaratışındaki azamet, hikmet, ilim ve derin “bir olma, birleşme anlayışına” kavuşmak üzerinden yüce yaratıcımızın tecellilerini idrak ederek sükûnete kavuşmamız içindir. Kadın erkekle, erkek de kadınla ancak ne anlam ifade ettiğini anlayabilir. Var olma bilinci skalasında insan aklını ve idrakini komple dolduran asli unsur; kendini bilmek şuurudur. Bu da ancak kendinizi bir başkasında izlemekle mümkün olabiliyor.

 

İnsan fıtratının ne olduğunu bize öğreten kadim kaynaklarımız elimizde mevcut demiştik. Onlarca sene süren araştırma, inceleme, okuma ve kaynak taramasından sonra; fıtrat nedir, kadın ve erkek fıtratı nedir sorusunun cevabını bulmuş bir aile danışmanı olarak, danışanlarımı bu fıtrat yapısına uygun bir şekilde yönlendirdiğim zaman; insanların sorunlarının kendiliğinden çözüldüğünü, evlilik ve aile sorunlarının olabilecek en asgari düzeye indiğini, karı kocanın birbiriyle anlaşma yolunu bularak huzura, keyfe, mutluluğa, sükunete, afiyete, saadete, neşeye ve sağlığa kavuştuklarını gördüm. İçinden çıkılamaz olarak görülen kronik sorunların çok basit düşünce ve duygu değiştirme teknikleriyle birlikte çiftlerin birbirlerine karşı bakış açılarını değiştirdiklerinde kısa sürede bütün sorunların çözüldüğüne de şahit oldum. Kadın ve erkek ilişkileriyle ilgili bilinmesi gereken kadim bilgileri öğrendikten sonra sadece karı koca olarak değil sosyal çevre ile de son derece uyum içinde yaşamaya başladıklarına da şahit oldum. Kendini değerli hissetmenin, insanın kendisine karşı olan bakış açısını düzeltmekle ancak mümkün olduğunu biliyordum ama bunu her danışanımda tekrar tekrar gözlemlemek; fıtratın ne kadar keskin sınırlarla Mevla tarafından çizildiğini ve fıtrat dışına çıkıldığında da nasıl insanın harap olduğunu tecrübe etmek gerçekten de inanılmaz ötesi bir deneyim ve bilgi benim için.

 

Ben danışanlarıma fıtrata geri dönüşle ilgili yardımda bulunuyorum ve fıtrata dönmenin de son derece işe yaradığını onlara yaşatıyorum. Hem de her türlü sorunda işe yarıyor fıtrata dönmek. Önemli olan fıtrata dönebilmek için doğru bilgilere, görüşlere, danışmanlığa ve uygulama yöntemlerine sahip olmaktır ki ben de bunları danışanlarımla cömertçe paylaşıyorum zaten ve çok güzel geri dönüşler alıyorum. En çok da dua tabi. Dua almaktan duyduğum mutluluğu tarif edemem. Bu mutluluk kişisel yaşam enerjime dönüşerek daha özverili ve titiz çalışmam konusunda beni motive ediyor.

 

Konuyla ilgili daha da detaylı bilgi alabilmek için “Hakkımda” sayfamızın içerisinde bulunan  “Nasıl bir aile danışmanıyım?” başlıklı yazımı da ayrıca okumanızı öneririm.

 

Selam, hürmet ve dualarımla.