Aşk ve Sevgi Travmaları
İnsan hayatı boyunca birçok travma geçirir ancak çok azının izi insanı adım adım ölene kadar takip eder. Birçok travma zamanın öğütmesine yenik düşerek hatırlanması zor hale gelir. Yine birçok travma insanın konuyla ilgili bakış açısını değiştirdiği zaman, acı tadını kaybeder. Travmaların bazıları iyileşir ama bazı travmalar hiçbir zaman iyileşmez. İyileşmeyen travmalar, toprağın derinliklerine gömülmüş radyoaktif bir atık gibi orada öylece durmakla birlikte, daima tehlike saçmaya da devam ederler. Şahsen hayatta bir insanın karşılaştığı travma çeşitleri içinde üç tanesinin özellikle gömülü bir radyoaktif atık kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu zamana kadar çalıştığım insanlardan, okuduğum yerli ve yabancı kaynak taramalarından, araştırma ve incelemelerimden elde ettiğim kişisel bulgularım bu yönde. Bahsettiğim bu üç travma şunlar:
1- Çocukluk ve gençlik travmaları.
2- Cinsel travmalar ve cinsel istismar travmaları.
3- Hangi yaşta olduğu fark etmeksizin insanın başından geçen aşk travması.
Bu üç travma türünün dışında kalan hangi travma olursa olsun bir şekilde eskiyor, zamanla acısı azalıyor, iyileşiyor ya da unutuluyor. Ancak bu üç travma türünün ben bu zamana kadar ne iyileştiğine ne düzeldiğine ne unutulduğuna ne de etkisini kaybettiğine şahit oldum. Bu üç travma türünü gömülü bir radyoaktif atığa benzetmemin nedeni insan hayatında yapmış oldukları yıkıcı etkinin, kırılmanın ve hasarın, ilk günkü tazeliğini hiçbir şekilde kaybetmeden insanın içinde adeta aktif bir fay hattı oluşturması. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin insanlar bu üç travma türüyle hiçbir zaman baş edemedikleri için, bunun acısını daima ruhlarının bir kenarında çekerek, ölene kadar bu travmaların yol açtığı psikososyal problemler tarafından hayatları esir alınıyor.
Beni en çok hayrete düşüren şeyse; bu üç travma çeşidinin de bir şekilde kişinin ailesiyle ilgili olması. Çocukluk ve gençlik travmalarının ana nedeni, anne babadan iyi bir hayat rehberliği alamamaktır. Cinsel travmalar da yine iyi bir aile rehberliği alamamanın neticesinde ortaya çıkan bir travma türüdür. Aşk travmalarıysa aslında çocukluk ve gençlik travmaları ile cinsel travmaların birleşmiş bir hali gibidir. İyi bir anne baba rehberliği almamış, iyi ve mutlu bir aile içinde yetişmemiş bir insan; elbetteki karşı cinsle olan hukuku da doğru şekilde yönetemeyecek ve psikososyal yapısına uygun olmayan adayları sürekli kendine seçerek hayatını kendi elleriyle mahvedecektir. İnsan hayatını kabusa çeviren bu üç travma türünden kurtulabilmenin tek yolu olabildiğince sorumluluk sahibi ve mutlu bir aile içinde yetişmektir. Buna sahip olunamadığı taktirde bu üç alanda insanın kendisini olabildiğince iyi yetiştirmesi gerekir.
Şunun da çok iyi bilinmesi gerekir ki; doğru şekilde başlamamış her ilişki yine yanlış şekilde bitmektedir ve bu ilişkiden arta kalan sorunlar doğru şekilde çözümlenememiş sorunlardır. Doğru şekilde ve yöntemle çözümlenmemiş sorunlar, zamanın yok etme etkisiyle eskiyip dağılıp bozulmak yerine, iyice bünyenin dibine çökerek daha büyük sorunların oluşması için diğer sorunlara kaynaklık teşkil etmektedir. Birçok aşk travmasının sadece kadın erkek ilişki kalitesini bozduğunu düşünmek doğru değildir. Aşk travmaları; iş ilişkilerini, sosyal ilişkileri, komşuluk ilişkilerini hatta insanın diniyle olan ilişkisini bile olumsuz yönde etkilemekte ve dinin temel inanç esaslarıyla ilgili olarak dahi kişinin kendi kendine fitneye düşmesine bile neden olmaktadır. Alt tarafı bir aşk travması diye görülen olay, insanın hem dünyasını hem de ahiretini etkileyecek kadar büyük bir güce ve öneme sahiptir. Bu nedenle; aşk ilişkilerinin doğru şekilde yönetilerek, bu konunun kişinin dünya ve ahiret hayatı için sorun üretecek bir kaynak oluşturmasına kesinlikle izin verilmemesi gerekir.
Aşk travmalarının bu kadar hasar verici olmasının nedeni aslında basit ancak çok derin sebeplere bağlıdır. İnsanın yaşadığı en ağır aşk travmalarını incelediğimiz zaman karşımıza şöyle üzücü bir sonuç çıkıyor. Mutlu bir yuvanın mahsulü olmayan bir insan, mevcut ailesinin içinde uzun bir süre mutsuz ve ümidi kırık bir şekilde yaşıyor. Bu üzüntülü, kederli ve sıkıntılı uzun yılları tek başına ve ailesi tarafından doğru anlaşılamadan geçiriyor. Duygusal temellerinin keder ve ümitsizlik üzerine inşa edilmesinden sonra, ilk gençlik yıllarıyla birlikte karşı cinsi keşfediyor. Bu keşif o insan için hayatının soluk alıp verdiği ilk anlarını oluşturuyor. Çünkü kişi ailesinin dışında sevgi alabileceği başka bir kaynağı daha (karşı cins olarak) keşfediyor. Bu kaynağa ister istemez bütün varlığıyla, sevilme açlığıyla, aidiyet ve bütünleşme arzusuyla yöneldiği zaman, doğal olarak tüm benliğiyle de karşı cinse bağlanmış oluyor. Bu bağlanma öyle bir bağlanma şekline dönüşüyor ki sanki gönüllü kölelik halini alıyor! Bu bağlanma durumu, sorgusuz sualsiz, denk olup olmadıklarını hiç önemsemeden, pembe ve gerçekçi olmayan hayallerle kör bir şekilde, aklın devre dışı kaldığı, tamamen psikolojik açlığın doyurulmasına yönelik bir saldırganlığın düşüncesizliğiyle ve sonunu hiç görmek istemeden, ilişkinin kötüye gidebilme ihtimalini hiç düşünmeden… bağlanma halini alıyor. Böylesi bir psikolojik intiharın neticesi de doğal olarak hüsran, hayal kırıklığı, depresyon, kendine güvenini kaybetme, öncekinden daha büyük bir keder ve ümitsizliğe düşme, daimi üzüntü ve çaresizlik duygusu, yalnızlık, cesaretini kaybetme, karşı cinsten soğuma ya da düşmanlık geliştirme, hayata küskünlük, geleceğe karşı ümitsizlik, kendine saygıyı kaybetme, cinsellikten ve aşktan nefret etme, asosyallik gelişimi, intihara meyletme, içine kapanıklık, birçok psikososyal sorun… Bütün bu saydıklarımız ve çok daha fazlası, çocukluktan yeni çıkmış genç bir bünyede ne gibi hasarlar ve hayat küskünlüğü üreterek yaşamının temeline yerleşir bir düşünsenize! Gençlerin yaşadıklarının bundan çok daha fazlası olduğuna emin olabilirsiniz. Esasında bu durumu sadece gençler için ifade etmek çok da doğru olmaz, hangi yaş diliminde olursa olsun aşk travmalarının yıkıcı etkisi oldukça şiddetlidir. Ancak daha hayatının ilk yıllarında bu hasarları almak, elbette ilerleyen yaşlarda alınacak olan hasarın etkisinden daha büyük olacaktır.
Burada en çok ifade etmek istediğim unsur; bu hasarların ergenlik ve gençlik yıllarında insana neler yaptığını ifade edebilmek. Gençlik yılları bir insanın hayat acılarına, kederlerine ve üzüntülerine karşı en savunmasız, en dirençsiz, en tecrübesiz ve en bilgisiz yılları olduğu için, doğal olarak alınan hasarın çapı da oldukça ürkütücü boyuta varabiliyor. Ailelerin çocuklarına bu konularla ilgili olabildiğince çok ve derin hayat rehberliği yapmaları gerekiyor. Yanlış, çarpık ve uygunsuz ilişkiler kurmaktan çocuklarını koruyabilmenin tek yolu bu çünkü.
Merkezimizde bu hasarların yeniden yaşanmaması için veya eğer yaşandı ise olabildiğince “geçmişe yönelik olarak yeni bir bakış açısı düzenlemesi yaparak duygu ve düşünce değişimi metodu” ile, bu gibi hayat kalitesini bozan sorunlardan kurtulunması için danışanlara yardımcı oluyoruz. Mesleki tecrübelerime göre söylüyorum; aşk travmalarının nerdeyse yüzde 90 kadar büyük bir bölümü geçmişin yeniden düzenlenmesi ve anlaşılması metodu ile iyileştirilebiliyor. Bunun düzelmesiyse, kişinin bu problemden kurtulmak istemesiyle doğru orantılıdır. Hiçbir terapi sihirli değnek gibi çalışmaz. Kişinin kurtulmak için emek vermediği hiçbir sorun da çözülmez. Biz aile terapistleri ve danışmanlar olarak, kişiye ancak sorundan nasıl kurtulabileceklerini öğretir ve kurtulmak isterlerse kurtulmalarına yardımcı oluruz. Kişi öğretilen yöntemi kullanarak kendini yönetmeyi, yeniden düzenlemeyi ve hayat kalitesini yükseltmesi için kendisiyle nasıl çalışması gerektiğini öğrenir. Merkezimizde verdiğimiz bu alandaki her hizmet, sizin çabanızla ve birlikte çalıştığımızda ancak işe yarayacaktır.